Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA KONFERANSLARI  >  2012
 
İlkav’da, Peygamberimize (S.a.v) Hakaret Eden Zihniyet Tel’in Edildi...
Tarih: 14/09/2012
   


İlkav da Cuma namazı ve konferansı için bir araya gelen Müslümanlara ,dönem dönem Batı da gündeme gelen İslam’a ve Müslümanların kutsallarına aşağılama ve hakaret içeren yayın ve faaliyetlerin hedefi, tarih içinde bu tür olaylarla benzerliği ve bunlara karşı tavrımızın ne olması gerektiği konularında vaaz ve hutbe verildi.

İlkav da Cuma namazı ve konferansı için bir araya gelen Müslümanlara ,dönem dönem Batı da gündeme gelen İslam’a ve Müslümanların kutsallarına aşağılama ve hakaret içeren yayın ve faaliyetlerin hedefi, tarih içinde bu tür olaylarla benzerliği ve bunlara karşı tavrımızın ne olması gerektiği konularında vaaz ve hutbe verildi. Hutbe öncesi vaazda Şeyho Duman Hoca şu hususlara değindi:

“Resullullah (s.) vahyin hayati sorumluluğunu, hücrelerine dek hissediyor ve sorumluluğunun ne kadar büyük olduğunu, dağların dahi kaldıramayacağı bir yükün altında bulunduğunu bilerek geceleri ibadetin yoğunluğundan dolayı kendisine dinlenmesini söyleyen Hz. Hatice’ye “Ey Hatice! Uykunun vakti geçti.” Resulullah (s.) kendisine emredileni nasıl anlatayım diyerek bunun meşguliyetini yaşıyordu. Peki biz hayata böyle bakmakla birlikte hayatımızı böyle doldurabiliyor muyuz?

 

Batı dünyası, ilahi mesajın dünyaya hakim olmasından endişe duyduğu için İslam’a saldırmaktadırlar. Bunun için de iftirada bulunuyorlar. Esas itibariyle onlar İslam’dan korkuyorlar. İmkan olsa papazlarla konuşulsa onlar İslam’ı kabule mecbur kalırlar. İlahi mesajlar o kadar açık ki onu insanlar kabul etmeye mecbur kalırlar; çünkü vahyi gönderen de aklı yaratan da Allah’tır. Maalesef bizi Kur’an’dan haberdar etmemişler veya Kur’an’dan başka kaynaklarla meşgul etmişler. İnşallah biz Kur’an’la gereği gibi muhatap olur ve gereğini yerine getiririz. Bu yapılan saldırılar hepimizi yüreğimizden yaralamıştır. Bu sadece bu günün işi değil.

 

“And olsun ki, Mallarınız , ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz , sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz.Eğer sabreder ve takva gösterirseniz muhakkak ki bu işlerin en değerlisidir.” (ali İmran/186)

Onlar kendi zaaflarını kapatmak için böyle şeylere tevessül ederler. Bağırarak, seslerini yükselterek kendi haklı göstermeye çalışırlar. Onların bu durumlarına gerçekten haklı olduğunuz için sabredin, direnin. Eğer Böyle yaparsanız büyük bir işi gerçekleştirmiş olursunuz.

 

“(Resulüm) O halde onların sözleri sakın seni üzmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarınım da açığa vurduklarını da biliyoruz” (Yasin/76) Bu şekilde o elçisini teskin ediyordu. Onun suçu neydi? Kendisine verilen vahyi insanlara duyurmaktı. Bu yüzden saldırılara maruz kalıyordu.

 

“Bu Kitaba inanmazlarsa arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini helak edeceksin.” (kehf/6)

 

Kardeşlerim yeter ki akidemizi gereği gibi savunalım. Varsın onlar saldırılarına devam etsinler. “Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Tevbe/32)

Resul hiçbir baskıya boyun eğmedi, çalışmalarını tüm hızıyla sürdürdü. Hicret esnasında arkadaşına “Üzülme Allah bizimle beraberdir.” Diyordu. İşte biz onların yaptığı gibi Kur’an’a ve peygambere hakaretlerine rağmen bizler asıl yapmamız gerekeni hakkıyla yerine getirmeliyiz. Mesele budur. Yoksa onlar bu kötülüklerini şimdi yapıyor değillerdir. Onlar ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsınlar bütün bunlar peygamberimizin haklılığını ve doğruluğunu gösterir. Burada bizim sorumluluğumuz kendi üzerimize düşen görevleri ne derece yerine getiriyoruz? Önemli olan budur.

 

Cuma hutbesinde ise Emrullah Ayan Hoca “Furkan Suresi 31. ayet” bağlamında her peygambere bu tür şeytan askerlerinin musallat olduğunu, peygamberimizin hayatta olduğu dönemde bile müşrik ve ehli kitabın hakaret içeren tutumlarının vuku bulduğunu izaha çalıştı.Batıda da dönem dönem devam eden bu hezeyanların İslam’ın yükselen güneşini örtemeyeceğini beyan eden Ayan, Müslümanların bu tür saldırılara tepkilerinin onurlu ve izzetli biçimde, hikmetli ve basiretli olması gerektiğini söyledi.Bu tür saldırıların ilk olmadığı gibi sonda olmayacağını, söyleyen Ayan, İslam düşmanlarının söndüremedikleri İslam tevhid mesajını bu tür hastalıklı karalama ve aşağılamalarla bulandırmayı, Müslümanları provoke etmeyi amaçladıklarını hutbede dile getirdi. Hutbede şu hususlara da değinildi:

 

“Değerli Müslümanlar,

 

Peygamberimize hakaretler içeren ve Müslümanların protestolarına yol açan “Müslümanların Masumiyeti” adlı filmin yapımcısı Sam Bacile filmi provakatif bir siyasi tutum için yaptığını itiraf ediyor.

 

Filmin yapımcısı ve yönetmeni İsrail asıllı Amerikan vatandaşı Sam Bacile, Amerikan Wall Street Journal gazetesine verdiği demeçte,”İslam kanserdir, Müslümanlar da yok edilmesi gereken böceklerdir, bu film ile İslamın nefret içerikli bir din olduğunu göstereceğim”, ifadelerini kullanıyor.

 

Bu film için yüz İsrailli bağışçıdan 5 milyon dolar aldım ve filmi İsrail için yaptım diyen sonra inkar eden, Sam Bacile ABD’NİN Florida eyaletinde Kuranı Kerim’i yakan rahip Terry Jons’tan destek aldığını söylüyor.

 

Tabi bu tiplerin, bundan sonra yapabilecekleri tek şey: insan içine çıkamadan bir böcek gibi veya bir fare gibi saklanmak olacaktır. Tıpkı Salman Rüşdi vb. gibi.

“(Yalnız sana değil), her Peygambere mücrimlerden bir düşman verdik. Hidayet veren ve yardım eden olarak Rabbin yeter. (Furkan 31)

 

Davaları sarsılmaz ve güçlü kılan hususlardan biri de hiç kuşkusuz mücrimlerin peygamber ve davalarına karşı açtıkları savaştır. Bu davalara tabiatlarıyla bağdaşan bir ciddiyet vermektedir. Zaten hak davaları sahte davalardan ayıran ve gerçek dava adamlarını belirleyip sahte adamları dışlayan şey, dava adamlarının mücrimlere karşı verdiği mücadeledir.

 

Dava düşmanı mücrimlere karşı verilen mücadele dava adamlarına ne kadar meşakkat yüklerse yüklesin ve davanın kendisini de ne kadar köstekleyici olursa olsun durum budur. Çünkü bu mücadelenin sonunda dava yakında güçlü ve yılmaz elemanlardan başkası kalmayacaktır. Yakında ele geçecek bir ganimet aramayan ve dava adamlığıyla Allah’ın rızasından başka hiçbir şey beklemeyen güçlü kimselerden başkası kalmayacaktır, mücadele ortamında.

Eğer davalar kolay ve basit bir şey olsaydı etrafı çiçeklerle süslenmiş hazır yollar izlenecekti. Düşman ve muarızlarla karşılaşılmayan inkarca inatçılara rastlanılmayan yollar… O zaman da her insan kolaylıkla dava adamı olabilirdi. Tabi ki bunun yanında hak davalarla batıl davalar birbirine karışır gürültü ve fitneler birbirini izlerdi. Demek ki davaların düşman ve muarızları olmasa mücadele de olmazdı. Davanın yardımını zorunlu kılan, dava uğrundaki her tür acı ve fedakarlığı birer azık haline getiren mücadele.

 

Çünkü savaş ortamına girip fedakarlık ve acılara göğüs geren hak davaya gerçekten inanmış ciddi insanlardan başkası değildir. Davalarını rahatlığa şahsi çıkarlarına dünya metalarına ve hatta gerekirse kendi hayatlarına tercih eden kimselerden başkası dayanamaz çünkü bu kimseler eğer gerekiyorsa dava yolunda ölümü bile göze alanlardır. Çile dolu bu mücadeleden asla yılmayan müminler en sarsılmaz imanca en güçlü olan ve insanların vereceği mükafatı hiçe sayarak Allah’ın vereceği mükafattan başkasına umut bağlamayan kimselerdir. Hak davanın sair davalardan ayrı bir nitelik kazanmasının yolu budur. Kadroların arınıp güçlülerle zayıfların birbirinden ayrılmasının yolu budur. Hak davası ancak hakkı yılmadan savunan imtihanları başarıp belaları atlatan insanlarla başarıya gidebilir. Çünkü bu kimseler zaferin yükümlülük ve zorluklarını göğüsleyen dava eminleridir.

 

Deney ve imtihanlar davetçilere dava bayrağının çakıl ve diken dolu bir yolla nasıl taşıyacaklarını öğretir çünkü genel nitelikte bir kaide vardır. Mücrimlerle dava adamlarının kavgasını seyreden büyük fedakârlık ve acılarla hak yolda sonuna kadar sebat ederek yürüyen dava adamlarını gören seyirci pek çok insan şunu söyleyecek veya anlayacaktır. :”Eğer bu dava bunca fedakarlıktan daha üstün ve daha değerli olmasaydı bu adamların bu kadar acı ve kayıplara rağmen sebat etmesi mümkün değildi. “ Evet seyredenler bu kanaate varacaktır. Bundan dolayı merak edecektir. Acaba tüm dünyevi metalara hatta dava adamların tercih edilen bu değerli bu paha biçilmez şey nedir. Bunu görmek isterler ve böylece akın edecekler bu akideye… Uzun bir izleyiş ve beklemeden sonra fevç fevç katılacaklardır bu davaya. İşte yüce Allah tüm bunlardan dolayı her Peygambere hak davaya karşı koyan mücrimlerden bir düşman takdir etmiştir. Dava adamları, tüm güçleriyle bu mücrimlerle mücadele edeceklerdir. Yaralar aldıkları halde yollarına devam edeceklerdir.

 

Mücadelenin sonucu önceden belirlenmiştir. Allah’a güvenenler bundan hiçbir kuşku duyamazlar çünkü akıbet hakka yönelmektir sonuç ise zaferdir. “ hidayet veren ve yardım eden olarak rabbin yeter.”

 

Mücrimlerin dava yolunu tıkaması tabi bir şeydir. Hak davası tam istenilen bir zamanda gelir. Toplum veya insanlığın içinde bulunduğu fesadı kaldırmak üzere gelir. Kalplerdeki fesadı…. Sosyal düzenlerdeki fesadı… yönetimlerdeki fesadı… bu fesadın perde gerisinde bulunanlar ise mücrimlerdir. Bir yönden fesat yayan diğer yönden de bundan çıkar sağlayan mücrimler… çünkü bu fesat onların heva ve çıkarlarına göredir. Şehvetleri bu mikroplu ortamda yayılmaktadır. Fesat ortamı mücrimce değerlerin vazgeçilmez bir dayanağadır. Çünkü mücrimler varlıklarını bu ortama borçludurlar. Öyleyse mücrimlerin peygamber ve hak davalara karşı savaş açmalarından tabi bir şey yoktur. Varlıklarını savunmak ve nefes aldıkları ortamı elden kaçırmamak için savaşmak zorundadır. Bu bakımdan hak davaya düşman olmalarından daha tabi bir şey olamaz onların hakla ölesiye bir mücadele içine girmeleri tabidir.

 

Ama tabi olan bir başka şey de eninde sonunda hakkın eninde sonunda zafer kazanmasıdır. Çünkü hak hayatın çizgisinde seyretmektedir. Allah’la ilişki kuracağı ve kendisi için ilahi iradenin gereği olarak takdir olunmuş bir kemal derecesine erişeceği üstünlük dolu bir ufka yönelmiştir. Öyleyse Allah’a Allah’ın hikmet ve zaferine inananlar sabretmelidir. Beşeri yol ve yöntemler dahilinde yenilebilen hak davası eninde sonunda galebe çalacaktır.

 

Öyleyse bu imtihana sabredenler direnmeye baksınlar. Allah a inanıyorsanız mutlak galip gelecek ve üstün olan sizlersiniz.Allaha Emanet Olunuz…”

Bu içerik 5924 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon