Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   ALTERNATİF EĞİTİM KONFERANSLARI  >  2007
 
Kur-an’da Kitap ehlinin akidevi konumu, Kitap ehline yaklaşımda ölçü ve dinler arası diyalog çalışmaları
Tarih: 20/02/2007
   


İlmi Ve Kültürel Araştırmalar Vakfı ( İLKAV)’ın düzenlemiş olduğu Alternatif Eğitim Konferanslarında bu hafta Mehmet PAMAK “Kur-an’da Kitap ehlinin akidevi konumu, Kitap ehline yaklaşımda ölçü ve dinler arası diyalog çalışmaları” konusunu ele aldı.

“DİYALOG ÇALIŞMALARI MÜSLÜMANLARI PROTESTANLAŞTIRMA ÇABALARIDIR.”

İlmi Ve Kültürel Araştırmalar Vakfı ( İLKAV)’ın düzenlemiş olduğu Alternatif Eğitim Konferanslarında bu hafta Mehmet PAMAK “Kur-an’da Kitap ehlinin akidevi konumu, Kitap ehline yaklaşımda ölçü ve dinler arası diyalog çalışmaları” konusunu ele aldı.

Katılımın oldukça yoğun olduğu konferansta ilk olarak Kitap ehlinin akidevi konumuna değinildi. Kur-an ayetlerinden delillerle İsrail oğullarından alınan ahit ve bu ahdi bozmaları, Hıristiyan’ların da kitaplarını tahrif edip Hz: İsa’yı ilahlaştırarak teslis sapmasına sürüklenmeleri üzerinde durulmasının ardından, kitap ehlinin tek kurtuluş yolunun kaçınılmaz olarak, son Peygamber’e (s) ve ona indirilen Kuran’a iman ve itaat etmek olduğu vurgulanarak şöyle denildi.

“ Kitap ehlinin kitapları tahrif edildiği için ve dinlerini tekrar kaynağa dönüp tecdit ve ihya etme imkânları olmadığı için, artık son vahiy olan ve Allah tarafından korunmuş bulunan Kur-an’a iman edip, son Peygamberi ve şeriatını benimsemeleri ve bu şeriata göre amel etmeleri gerekmekte ve bundan başka kurtuluş yolu da bulunmamaktadır. Bütün Peygamberlerin getirdiği de tevhit dini İslam olduğuna göre ve artık diğerleri de tahrif olup, Allah tarafından nesh edildiğine göre, son Kitaba ve Peygambere iman etmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Çünkü Hz. Muhammed\'in getirdiği din de, bütün Peygamberlerin de insanlara tebliğ ettikleri işte bu tek ve ölümsüz dinden başka bir şey değildir. O, ortak dinin son şeklini oluşturur. O, ilâhî mesajlar zincirinin son halkası, insanlık tarihinin başlangıcından beri sürekli yürürlükte kalan ilâhi ahdin devamıdır.

Bu niteliği ile o, geçmişe kanatlarını gererken, gelecekte tüm insanlığın da elinden tutar; "Eski Ahid" ile "Yeni Ahdi" bünyesinde birleştirir. Geçmişten kalan mesaj birikimine, insanlığın uzun geleceği boyunca yüce Allah tarafından iyi ve yararlı görülen yenilikleri ekler; bu bütünleştirici potada, bütün insanları birbirine aşina kardeşler olarak bir araya getirir; onları Allah\'ın ahdinin ve dininin potasında kaynaştırır; gruplar, kümeler, kavimler ve halklar halinde parçalanmalarını önler; onları, Allah\'ın kulları olarak, insanlık insanlık serüveni boyunca değişmemiş olan İlâhî ahde bağlı kalarak bu ortak değerlerde buluşmaya çağırır.” “Ayrıca kitap ehli tahrif ettikleri kitaplarında dahi Kur-an’da emredilen birçok yükümlülükle karşı karşıya bulunmaktadırlar. Fakat kavramları kendi heva ve heveslerine göre değiştirmelerinden dolayı sapmadan kurtulamamışlardır. Mesela; onlarda Allah’a ve ahiret gününe inanmakla sorumlu tutulmuş ve kendilerine Salih amel tavsiye edilmiştir. Fakat Allah’a, Allah’ın emrettiği şekilde ve onun istediği ölçüde iman etmeği terk edip kendi hevalarına göre bir imanı tercih ederek, bir kısmı İsa’yı, bir kısmı da Üzeyir’i Allah’ın oğlu olarak kabul etmekte bir beis görmemişlerdir. Ahirete de, Allah’ın istediği “yakin”le değil de kendi tanımladıkları sapkın bir muhteva ile sadece kendilerinin cennete gireceği sapmasıyla iman etmişlerdir. Salih amel kavramının da içini boşaltmış ve birkaç bozulmuş ibadi ritüelle sınırlandırmışlar, Allah’ın emrettiği pek çok ameli terk ederken, zulüm saydığı pek çok ameli de Salih amel saymışlardır.” Bu bakımdan Bakara suresi 62 ve Maide suresi 69 benzeri ayetlerde zikredilen “Allah’a, ahirete iman edip Salih amel işleyen Yahudi ve Hıristiyanların korku ve hüzünden uzak” bir kurtuluşa kavuşacaklarına dair hükümlerin, Kur’an bütünlüğü içinde kitap ehli ile ilgili diğer ayetlerin de dikkate alınması suretiyle değerlendirilmesi gerektiği ifade edildi. Her şeyden önce pek çok ayette kitap ehlinin de tıpkı mü’minler gibi iman etmesi gerektiği vurgulandı. Ayrıca, Allah’a ve ahrete imanın ve Salih amelin ölçüsünün, tahrif edilmiş kitaplara bırakılamayacağına, bu sebeple bunların korunmuş tek vahiy olan Kur’an’a götürülmek zorunluluğuna işaret edildi. Ayrıca Kitap ehlinin, kendi kitaplarına ve Peygamberlerine iman etmelerinin de kaçınılmaz gereği, bu kitaplarda yer alan hükümlerle çocuklarını tanır gibi tanımalarını sağlayacak şekilde tanıtılan son Peygamber’e de iman etmeleri olduğu ifade edildi. Yani son Peygamber ve kitaba iman etmedikleri zaman kendi kitaplarındaki bu bilgiyi de inkar ederek yine küfre sürüklenmekten kurtulamayacaklarının altı çizildi.Daha sonra kitap ehlinin Allah’ın dinine karşı takındıkları tutumlar ve dinlerini tahrif ederken izledikleri yollar üzerinde kısaca duruldu.

Konferansta ayrıca, Kur-an’ın kitap ehline uymama çağrısına dikkat çekilerek şöyle denildi.“Onlar, gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna çağırarak, mü’minlerin de kendileri gibi yaparak sapmalarını Yahudileşmelerini ve Hıristiyanlaşmalarını istiyorlardı. Kendileri nasıl kitaplarından ve peygamberlerinden uzaklaşarak, tevhid dini İslam’ı Yahudilik ve Hıristiyanlık haline dönüştürüp şirke düşmüşlerse, aynı yolu Mü’minlerin de takip etmesini ve Yahudileşmesini istiyor, buna teşvik ediyorlardı. Bu amaçla İbrahim (as)’ın da Yahudi ve Hıristiyan olduğunu iddia ederek, saptırmaya çalışıyorlardı. Allah, namazda sürekli tekrarlanan Fatiha suresinde, mü’minleri, “Gadaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil, sıratı müstakime, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna” çağırdı ve sürekli bu dua ve taahhüdü tekrarlatan bir namazı farz kıldı.

İsrail oğullarının serüveni ve Yahudileşme sapması mü’minleri de ilgilendirdiği için ve son peygamberin ümmetini de böyle bir savrulma riski beklediği için, Rabbimiz Kur-an’da 30’a yakın surede ve 700’den fazla ayette uzun uzun ve tekrar tekrar Yahudileşme ve Hıristiyanlaşmaya dikkat çekerek aynı akıbete duçar olmamaya çağırdı mü’minleri. Üstelik bu konuyla ilgili ayetlerin en çok yer aldığı Âraf ve Tâhâ surelerinin, bir tek Yahudinin bulunmadığı Mekke’de indirilmiş olması da dikkat çekicidir. Demek ki bu ayetler davetin muhataplarına, birlikte yaşamakta oldukları Yahudiler hakkında tarihi bilgiler vermeyi değil, bu yanlış yoldan haberdar ederek yeni oluşan İslam ümmetini Yahudileşmekten, Hıristiyanlaşmaktan, “Ehl-i Kitap”laşmaktan korumayı amaçlamaktadır.

Konferansta ayrıca dinler arası diyalog çalışmalarına geniş olarak yer verildi. Diyalog çalışmalarının Müslümanları Protestanlaştırma çabası olduğunun önemle üzerinde durulduğu bölümde aşağıdaki konulara yer verildi. “Dinlerarası diyalog” ve “hoşgörü” kamuflajı altında yürütülen projeler ve yapılan toplantılar, aslında bir Papalık projesi olup, bütün insanları kiliseye döndürmeyi amaçlamaktadır. Dinlerarası diyalog kavramıyla tanımlanan girişimin başlangıcı 1962-1965 yılları arasında gerçekleştirilen II. Vatikan Konsilidir. Bu konsili başlatan ise, Papa 23. Jon’dur Kilise, “Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü” adı altında, öncelikle Müslüman halkları Hıristiyanlaştırmayı hedeflemekte, eğer bu sonucu elde edemeyecekse, hiç olmazsa İslam’ı sekülerleştirerek, hayata müdahale iddialarından koparıp içini boşaltarak, vicdanlara hapsedilmiş, Hıristiyanlık benzeri (Protestanlaştırılmış) bir İslam anlayışı oluşturmaya çalışmaktadır. Aslında Hıristiyanlık zaten Protestanlaşmayla sekülerleştirilmiş bir dindir. Bu sebeple misyonerler, Müslüman halkları Hıristiyanlaştırmaktan ziyade sekülerleştirmenin daha kolay olduğunun bilinciyle hareket etmektedirler. Seküler Batı kültürünü Müslüman toplumlara taşıyarak, kapitalist pazara eklemlenmiş tüketici kitleleri oluşturmayı da misyon edinmiş bulunmaktadırlar. Bu yüzden, egemen sistem ile zahiren misyonerliğe karşı çıkan pek çok ulusçu ve laik çevreler, aslında misyonerlerle, sekülerleştirme ortak amacında bütünleşmektedirler. Kitap Ehli ile kimi cemaat önderlerince kurulan ilişki tam da, Allah’ın dininin müsaade etmediği, Kur’an’a aykırı bir ilişki türü olup, bâtılı yücelten, meşrulaştıran, “Allah’ın dini”, “İbrahimi dinler”den sayan, Allah’ın dininin sekülerleştirilmesine, Protestanlaştırılmasına katkı sunan, tahrif edici ve saptırıcı bir boyutta gerçekleştirilmektedir. Sonuçta, Türkiye’de oldukça yaygın faaliyetleri olan kimi cemaatlerin lider kadroları, aydınları, kanaat önderleri bile, Papalığın ve Batının İslam’ı ve Müslümanları dönüştürme projelerinin emrinde bir figüran gibi çalışabilmektedirler. Pek çok Müslüman aydın, entelektüel ve önder, dünyevi hesaplarla Batılıların Müslüman halkları sekülerleştirme, İslamı “Protestanlaştırma” projelerinin gönüllü hizmetçiliğini yapabilecek savrulmaları hem de yaygın bir biçimde yaşayabilmektedirler.

Mehmet Pamak konuşmasında Kur-an’ın öngördüğü şekilde Ehli kitap, Müşrik, Kâfir ve Münafıklarla Kurulabilecek insani ilişkiler konusuna dikkati çekti ve bu ilişkilerdeki ölçüyü, tebliğ ilişkisinden, insani ilişkilere, komşuluk ve akrabalık ilişkilerine kadar çeşitli boyutlara göre sınıflandırarak açıkladı. Bu ilişkilerde temel yaklaşımın “birr” (iyilik) ve adaletle muamele, insanlara hayırlı olma, emin ve güvenilir olma ile ilgili temel esaslara dayandırılması gerektiğini ifade etti. Konuşmanın akabinde dinleyicilerden gelen soruların cevaplanmasıyla konferans sona erdi.

Bu içerik 4473 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon