Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA KONFERANSLARI  >  2016
 
İLKAV´da Cuma öncesi, Kerbela ve Halep değerlendirilmesi yapıldı.
Tarih: 14/10/2016
   


Hicri 10 Muharrem 61 tarihinde vukuu bulan Kerbela olayı üzerinden 1377 yıl geçmiş olmasına rağmen unutulmamış, ümmetin vicdanında derin yaralar bırakmış, Kur’an’i basiretle değerlendirilip ibret alınacak dersler çıkartılması gereken nadir olaylardandır.

Cuma vaazı: İlkav cuma konferansını Emrullah Ayan verdi. Konferans metni aşağıdaki gibidir.

                                   MUHARREM, HİCRET KERBELA VE HALEP
Muharrem:

Hicrî 1438 yılına girmiş bulunmaktayız,Muharrem ayındayız.
Sözlükte, haram kılınmış, saygıdeğer, kutsal anlamlarına gelir.
Dinî bir kavram olarak; dinen haram kılınmış, yasaklanmış olan şeyler. 
Mesela; kendileriyle evlenilmesi yasak olmuş kişilere de muharremât denilir.
Kamerî ayların birincisine de verilen isimdir.
İslam’dan önce de bu ay muhterem kabul edilirdi. Savaşmak haramdı. Savaşmanın yasak kabul edildiği dört aydan birisidir.
Hicrî Kamerî yıl, on iki aydır. İlk ayı Muharrem ile birlikte Recep, Zilkade, Zilhicce aylarına eşhur-i hurum yani haram aylar adı verilir.
Muharrem ayını önemli kılan, anlamlandıran olaylardan dolayı Hz. Ömer döneminde, Hz. Ali’nin teklifi ve mecliste bulunanların kabulü ile Muhammed (S)’in hicreti İslam tarihine başlangıç ve Muharrem ayı da takvimin ilk ayı olarak kabul edilmiştir.
Bu ayın en önemli olaylarından biri de Rasulullah (S)’in torunu Hz. Hüseyin’in siyasî ihtiraslar uğruna şehid edilmesi Hz. Rasulü ve Ehl-i Beytini seven bütün mü’minleri derinden yaralamış, kalplerimizi incitmiş ve gönüllerimizde silinmez izler bırakmıştır. Bu facia, Hicrî 61. yıl, Miladî 680 yılı Muharrem ayının onuncu günü gerçekleşmiştir.
Hicret:
Sözlükte, terk etmek, ayrılmak, bir yerden başka bir yere göç etmek demektir.
İslam terminolojisinde hicret kavramı, Muhammed (S) ve sahabelerinin M. 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleri kastedilir.
Mekkeli müşriklerin baskılarına dayanamayan Müslümanların daha önce iki kafile halinde Habeşistan’a hicretleri 1.hicrettir. Kur’an’da bu kimseler Muhacirler olarak anılmış ve Allah’ın onların kötülüklerini örteceğini (Al-i İmran: 195), Allah’ın onlardan razı olduğu ve onlara cennet hazırladığı (Tevbe: 100) buyurulmuştur. Çünkü muhacirler imanları uğruna yuvalarını terk etmişlerdir. Allah yolunda eziyetlere uğramışlardır.
İnsan sadece Allah’a kulluk için yaratılmış (Zariyat: 56) ancak bulunduğu yerde bu aslî görevini yerine getiremiyorsa ibadet edebileceği bir yere hicret etmeyen ve böylece kendine zulmeden insan Kur’an’da kınanmıştır. (Nisa: 97)
Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek çok yer bulur bolluk bulur.
(Nisa: 100)
Hicret kavram olarak Kur’an’da göç etmenin dışında Allah’a eş koşmak, puta tapmak gibi çirkin davranışlardan (ricz) kaçınmak (Müddessir: 5), Rasulullah (S) muhacir, Allah’ın yasakladığı şeyleri terk eden kimsedir. (Buharî: İman, 4,5) sözü ile hicret kavramına mecazî bir anlam yüklemiştir.


Kerbela-Şehadet-Hz. Hüseyin
Konuya girmeden dönemin İslam toplumunun içinde bulunduğu durumun temel anlamda tahlilini oluşturacak ve Hz. Hüseyin’in şehadetine de sebep olan vasatı iyi anlamak için aşağıdaki 4 maddelik çözülmeye dair değerlendirmeyi yapmamız o dönemi de günümüze yansımalarını da netleştirecektir.

Öncelikle bu dört unsuru maddeledikten sonra kısa açıklamalara yer vereceğiz. Nebevî yapıyı ayakta tutan 4 unsurun çözülmesi şu sıra ve şekilde gerçekleşti:
1- Kur’an’ın etkinliğinin kırılması
2- Sünnetin bulanık bir hale getirilmesi
3- Şahsiyetli çekirdek kadronun tasfiyesi
4- İslam cemaatinin parçalanışı

1- Kur’an’ın etkinliğinin kırılması
Kur’an’ı ortadan kaldırmak, onun metni üzerinde bir takım fiilî tahribatlar yapmak mümkün olmadığı için bazı usuller deneyerek Kur’an’ın etkinliğini yani belirleyiciliğini kırmaya çalışıyorlardı.
Bunun ilk adımı, Kur’an sayfaları Sıffin’de mızrakların ucuna geçirilmiş Hz. Ali “onlar Kur’an’ın hükümlerine isyan etmek için Kur’an sayfaları kullanıyorlar” diyordu.
İkinci adım yine aynı olayın hemen ardından atılıyordu. Bir başka taife Kur’an’ın bir ayetini Kur’an’ın bütünlüğünden koparıp çarpık anlayışlarına alet etmişlerdi.
Yusuf Suresinin 40. ayetinde Rabbimiz; “Hüküm ancak Allah’ındır” buyurur. Hariciler bu ayete binaen Hz. Ali ve tahkim kurulunda bulunanları Allah’ın hükmünden yüz çevirdiklerini ve küfre girdiklerini söylüyorlardı. Hz. Ali’ye bu durum hatırlatılınca o, “Hak sözün batıla alet edilmesidir” diyordu.
Atılan ilk adım otoritenin zalimleşmesi sonucunu doğurdu.
İkincisi ise otoritesizliği zulme dönüştürdü. Biri saltanat, diğeri anarşi biçiminde tezahür etti ve sonuçları açısından ikisi de aynı gözede buluştular.
2- Sünnetin bulanık bir hale getirilmesi
Rasulullah (S) zamanında münafıkların yapamadıkları onun irtihalinden sonra adım adım gerçekleşti.
Raşid ve mürşid halifeler sünnet ırmağını bulandırmak isteyenlerin önündeki en büyük engeldi.
Nebevî hılafet sultanî saltanata dönüşünce sünnetin canlı şahidleri ve taşıyıcıları olan seçkin sahabîler gördükleri vahim olaylar karşısında ya bir köşeye çekilip susmayı tercih ettiler ya da despot yönetim tarafından susturulmuşlardır. Konuşmaya devam edenler de bir yolla ortadan kaldırılmıştır. Böylece Müslüman görülen zındıkların yolları açılmıştır. Harıl harıl yalan hadis uydurmaya başlamışlardır. Neticede bir kısmı Rasulullah (S)’in adına yalan uydururken ötede kimi iyi niyet kimisi ihanetten her halukarda sünneti katleden bid’atler alıp başını yürümüştür.
Sünnetin temiz ırmağının bulandırılması yöneticilerin de işine geldiğinden bütün olanlara müdahale etmek şöyle dursun bunu el altından teşvik etmişlerdir. Kendi lehlerine hadis bile uydurulmuştur.
3- Şahsiyetli çekirdek kadronun tasfiyesi
Rasulullah (S)’in öz elleriyle terbiye ettiği altın nesil nebevî yapının en büyük garantisi idi.
Bahçivanlığını Allah Rasulünün yaptığı bu asr-ı saadet bahçesinin gülleri çok çetin şartlardan geçerek yetişmiş davalarından asla vazgeçmemişti.
Onlardan nebevî yapıyı ayakta tutan, Allah’ı seven Allah’ın da kendilerini sevdiği  kimselerdi. Onlar, Allah’ın nebîsine verdikleri sözde durmuşlardır.
Analarını, babalarını hatta nefislerini feda eden bu zor zaman dostları, saltanatın önüne dikilen en büyük engellerdi.
Hicrî 40’dan sonra sâbikûnun elinde yetişen kuşağın öncülerinin tasfiyesi gerçekleşti. Rasulullah’ın mirasını tasfiye edilmekten koruyan imamlarla nebevî siyasetin yatağını değiştirmek isteyen sultanlar arasındaki mücadele bazen tarihin en kanlı, en dramatik görüntülerini ortaya çıkardı.
4- İslam cemaatinin parçalanışı
Yukarıda saydığımız üç yapı yıkılınca cemaatin de kendiliğinden parçalanması, hizip kavgalarının başlaması kaçınılmaz hale geldi.
İslam cemaatinin parçalanmasındaki rol oynayan en büyük etken de fetih anlayışının çarpıtılmasıdır.
Rasulullah’ın fetih anlayışı Hayber’in fethinde komutan Hz. Ali’ye söylediği şu sözde ifadesini bulur: “Yavaş ol ey Ali, senin elinden bir kişinin hidayet bulması güneşin üzerine doğduğu her yeri fethetmenden hayırlıdır.”
Burada amaçlanan topraktan önce insanın fethidir. Bu anlayış ganimet uğruna insanı toprağa feda eden fetih anlayışıyla yer değiştirdi. Fethedilen yerlerin ahalisinden olan acemilerden ordu kuruluyor ve “fetihlere” girişiliyordu. Bu “fetihlerle” saltanatın devamı için hazine sürekli dolduruluyordu.
Rasulullah’ın koyduğu ganimet taksim kuralları saltanat sahipleri tarafından sulta sahibinin şahsî tasarrufuna açık hale getirilmek için tahrif ediliyordu.
Benî Ümeyye döneminde Müslüman olan zimmîlerden yalnız gayr-i Müslimlerden alınması gereken cizye alınmaya devam ediliyordu.
Basra ve Kufe’nin Müslüman olan zimmîleri bu İslam dışı uygulamayı protesto etmek için “ Vâ Muhammedâ! Vâ Muhammedâ!” feryatlarıyla sokaklara dökülmüşler saltanat onların bu feryatlarını kanla bastırdığı gibi onları destekleyen alimleri de rahat bırakmamışlardı.
Şuursuzca yapılan fetihler İslam cemaatinin saf yapısını bozmuştur. Oysa Rasulullah’ın fethedilen veya İslam’a giren halkların İslamî eğitim ve öğretimine verdiği önemin binde biri verilmiyordu. İslamî terbiyeden uzak bir toplum oluşuyordu. Bunun karşısında eğitimden geçmiş sorumluluğunun bilincindeki İslam cemaati, yönetim baskıları, harpler ve salgın hastalıklarla sürekli eriyordu. Sonuçta başındaki yöneticileri kontrol eden, gerektiğinde kılıçlarıyla düzelten duyarlı kesim yerini İslam’dan habersiz, terbiyeden geçmemiş sorumluluktan haberi olmayan acemi kitleye bırakmıştı.
Cihad, meslekleştirilmiş, ibadet olmaktan çıkarılmıştı. Devlet de devleşti ve her önüne çıkan engeli ezdi.
İslam binasını ayakta tutan bu 4 unsur devre dışı bırakılınca bu binanın altındaki cahilî değerler ortaya çıktı. Bu cahilî değerlerden ilk üretilenler ise “saltanat” ve “asabiyet” idi.
Hz. Hüseyin ve Kerbela
 Zulümle küfrü, adaletle imanı eşleştiren, Kur’an’ın zulmü ve zalimi mahkum eden mesajı hangi gerekçeyle olursa olsun zulmü meşrulaştırmak isteyen herkesin suratında kıyamete kadar şaklayacak olan ilahî bir tokattır.
Fitne bahanesiyle zulmü siyaset haline getirip zulmü ve saltanatı meşrulaştıranlar ümmetin bugün düştüğü bu vahim zilletin boyutlarını görselerdi yaptıkları işin vebalinin ne denli büyük olduğunu anlarlardı.
İmamet ve saltanat bahsinde bir yeri olan Hz. Hüseyin’in şehadeti hadisesini nübüvvet ve saltanat arasındaki mücadelenin bir devamı olarak ele almak gerek.

Bu tarihî olaylar dün olduğu gibi değişik zaman ve mekanlarda, farklı isimler arasında bugün de aynen yaşandığı gibi kıyamete kadar da yaşanacaktır. Önemli olan şey bu tarihî karşılaşmada kimin kimlerin safında yer aldığıdır. 
Kerbela olayı aynı zamanda nübüvvet ve saltanat için bir semboldür. Aynı inancın mensupları arasında çıkan iki farklı çizginin ilk çarpıcı örneği, nübüvveti temsil eden Hüseynî çizgi ile saltanatı temsil eden yezîdî çizgidir.
Birincisinin özelliği mazlumiyeti, muhaceratı, fedakarlığı, adaleti, şehadeti, cesareti, izzeti ve kıyamı temsil eder. İkincisi ise, saltanatı, zulmü, hileyi, zulme rızasıyla müstekbirliği temsil eder.
Kufeliler,  “Rabbim, beni şu zalim kavmin elinden kurtar” ayetini okuyarak Mekke’ye sığınan Hz. Hüseyin’e gelerek Yezid’in valisinin ardında Cuma kılmadıklarını ve kendisini beklediklerini, biat etmeye hazır olduklarını bildirdiler. Hz. Hüseyin onlara amcasının oğlu Müslim’i gönderdi.
Müslim b. Akil, Kufe’ye gelince kendisine 12000 kişi biat etti. Yezid, Kufe valisi Ziyad’a onları öldürmesini emredince Müslim b. Akil, kendisine biat edenleri kıyama çağırınca arkasında kimsenin kalmadığını gördü. Tek başına savaştı, yakalandı ve boynu vuruldu.
Hz. Hüseyin, olup-bitenden haberi olmadan Kufe’ye doğru yol aldı. 32’si atlı, kadın ve çocuklar da dahil 72 kişiydiler. Yezid, bu küçük topluluğun karşısına silahlarla mücehhez 4000 kişilik bir ordu çıkardı.
Hz. Hüseyin’in ne asker toplama ne de savaş yapmak gibi bir talebi vardı. Diyordu ki, “bırakınız, geri döneyim veya ülke dışına çıkayım. Bunları reddediyorsanız beni doğruca Yezid’e götürün.”
Kimse sözünü dinlemedi. Onun çarpışmak, yiğitçe ölmekten başka seçeneği kalmamıştı. Kendisiyle beraber olan bütün erkekler şehid oldu. Ardından kendisi de şehid edildi.
Hüseyin neden gitti? Medine-i Münevvere’deki sahabenin ileri gelenleri bilhassa ibn-i Abbas tavsiyede bulunarak şöyle demişti: “Sakın Kufelilerin davetine icabet etme! Onlar, sözlerinde durmazlar. İcabında seni müdafaa etmezler ve yardımına koşmazlar.”
Daha önce Halife Hz. Ali’ye ne kadar zahmet vermişlerdi. Ama Hz. Hüseyin gitti.
Muaviye-Yezid ikilisi herkesi sindirmiş, öldürmüş, ortalığı sütliman etmişlerdi. Bütün bunları da saltanat uğruna yapmışlardı.
Böyle zamanlarda ve ortamlarda konuşmak, hareket etmek zordur. Hz. Hüseyin, bunca sessizlik ortamında Hakkın sesi olmak için gitmiş ve zulmü haykırmıştır. Ve sonucunu da az çok kestirerek yapmıştır. Sağ kalsa da öldürülse de zulmü ortaya koymalıydı. Zulmü ifşa edip mahkum etmeliydi. O da bunu yaptı ve şehid oldu. Kerbela Sahrasında bütün ehl-i imanın gözlerini yaşlar, kalplerini hüzünler içinde bırakan o pek hazin şehadet hadisesi vuku buldu.
Zamanımızın Kerbelaları
Zamanımızda İslam coğrafyasında bir değil yüzlerce Kerbela yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. Kimi zaman Afganistan, kimi zaman Arakan, kimi zaman Doğu Türkistan, kimi zaman Çeçenistan, kimi zaman Bosna, kimi zaman Irak, kimi zaman Filistin/Gazze, kimi zaman Yemen, kimi zaman Suriye ve şimdi de Halep… Bütün bu yerlerde az mı işkence yapıldı. Az mı Müslüman kanı aktı. Az mı gözyaşları döküldü. Bütün bunlar, kadın, çocuk, ihtiyar demeden işlendi.
Kerbelayı veya yukarıda kısmen saydığımız benzer olayları değerlendirirken genellikle sonuç odaklı düşünüyoruz. Halbuki bu duruma neden ve hangi sebeplerden dolayı gelindi sorusu ve cevabı daha anlamlı ve verimli bir bakış açısıdır.                                                                                                      

  Şu anda en canlı şekilde yaşanan Kerbela Halep’tir. Hizbullah’ın ilk genel sekreteri Suphi Tufeylî, “Kerbela bu yıl Halep’te. İmam Hüseyin’in bebekleri de evlerinin enkazı altında” dedi. Tufeylî, Halep’te bugün yaşananların Kerbela’yı aratmadığını da vurguladı.
Tufeylî, “bugün Suriye’deki çocukları, kadınları, hastaneleri Rusya ve rejim bombalarken, bir takım insanlar bunu başarı olarak görüyor” dedi.
İç savaştan önce 5.5 milyon insanın yaşadığı Halep’te şu an 350 bin kişi yaşıyor. Son 3 ayda gerçekleşen 8100 hava saldırısında 2000’den fazla kişi öldürülürken bunlardan 600’den fazlasını çocuklar oluşturuyor. Şu anda Halep rejim askerleri ve İran destekli milisler tarafından kuşatma altında. Bu kuşatmadan dolayı yiyecek, içecek yani temel gıda maddelerine ihtiyaç had safhaya ulaşmış vaziyettedir.
Bütün bu olup bitenler insanlığın gözleri önünde gerçekleşiyor. Şunu iyi biliyoruz ki, Müslüman olmayanların duyarsızlığını, ilgisizliğini anlarız. Fakat Müslümanların duyarsızlığını, ilgisizliğini anlayamayız. Müslümanlar yeryüzünde yapılan bütün zulümlere karşı sessiz kalamaz, hiçbir şey olmuyormuş gibi yapamaz. Çünkü Müslümanlar, zulüm kimden gelirse gelsin, mazlum kim olursa olsun zulmün karşısında durmak, onu ortadan kaldırmak için ellerinden gelen gayreti göstermek imanlarının onlara yüklediği bir mesuliyettir. Üzerine düşenleri yapmayan Müslümanları, sessiz kalanları Allah affetmeyecektir.          
  
 

Hutbe: Kerbela ’dan günümüze Müslümanlar

Değerli Kardeşlerim,

Bugün hicri 12 Muharrem 1438 Cuma Rabbimiz günlerimizi bereketli kılsın. Razı olacağı salih amelleri yapmamızı kolaylaştırsın.

Hicri 10 Muharrem 61 tarihinde vukuu bulan Kerbela olayı üzerinden 1377 yıl geçmiş ol olmasına rağmen unutulmamış, ümmetin vicdanında derin yaralar bırakmış, Kur’an’i basiretle değerlendirilip ibret alınacak dersler çıkartılması gereken nadir olaylardandır.

Kerbela bölgemizde de yürek burkan, gönülleri yaralayan hatıralarıyla değişik etkinliklerle hep anılır. Kerbela maalesef belli bir mezhebin, ekolün sahiplendiği bir olay gibi algılanmakta. Oysa ;hiçbir Müslüman yoktur ki bu faciadan etkilenmiş olmasın. İlgisiz olduğu iddia edilen sünni camia Yezid ,Muaviye ya da Ebu Süfyan gibi isimleri pek itibar etmezken, Ali, Hasan, Hüseyin, Cafer, Zeyneb ve Fatıma gibi isimleri çokça kullanmaktadır. Sünni camianın olaya yeterince ilgi göstermemesi faciayı Kur ’an ’i açıdan doğru tahlil edememesinden, birazda olayın içine sahabe ve tabiilerden birçok şahsiyetin olmasından kaynaklanmaktadır. Kerbela ne mevlidler okutarak, ne aşure dağıtarak, ne mersiyelerle, ne zincirlerle dövünmekle, ağıtlarla, ne de üzerinde hiç konuşmamakla anılmış ve anlaşılmış olur.

Evet, Nebi’nin “Benim dünyadaki reyhanım, çiçeğim “ dediği evladı Resul, masum bebekler dahil 72 yareni Kerbela ’da hunharca katledildi. Aslında katledilen sadece Hüseyin ve yareni değildi. İslam postuna bürünmüş küfür ve şirk çevreleri tevhid ve adalet dini olan İslam'ı katlediyorlardı Kerbela ’da.. Tarihi kaynaklarda yer alan ifade doğru ise “ Yezid ’in Hüseyin’in cansız bedenini muhatab alarak bugün Bedrin intikamını aldık “ sözü tarihin derinliklerine kadar uzanan mücadelenin aslında olayın gerçek yüzüne ışık tutmaktadır. Hz Hüseyin mevcut rejime başkaldırmış, halkı vergilerle sömüren, adaletsiz, paylaşımsız, kayırmacı, rüşvete yağcılığa dayalı, zalim, hilafeti saltanata çevirerek, halktan tamamen uzak yaşayan Yezid ’i ve sistemini meşru görmemiş ve kıyam etmiştir. Kendisini ve ailesini ve de bir avuç yarenini feda etmiştir.

Zamanımıza gelindiğinde de pek değişen bir şey yok .Yine mazlumlar mazlum, yine muztazaflar muztazaf. İslam âlemini yönetenlerin çoğunluğu Yezid ve onun atadığı valiler gibi davranmıyor mu? Firavunların halkları fırka fırka böldüğü gerçeğini Rabbimiz 1400 küsür yıl öncesinden bizlere hatırlatırken, Kerbela’dan bu yana ümmetin nasıl bölündüğünü görmüyor muyuz? Irki, mezhebi, siyasi, taassublarla oluşturulan devletçikler hangi İslam’dan referanslıdırlar.

Aslında Kerbela’yı anmak Hüseyin’i, Yezid’i yani aktörleri anlamaktan tanımaktan geçer. Kerbela bir zihniyetin sembolüdür. Kerbela’yı anlamak, Hüseyin’i anlamaktan, Hüseyin gibi olmaktan, yani Muhammedi olmaktan, Vahye sadık kalmaktan geçer. Hüseyin’den yana olmak  “Doğrayın beni ey kılıçlar, Muhammed’in dini hâkim olacaksa” sözünün izdüşümü Kur’an’ın hayata hakimiyeti için mücadeleden geçer.

Hz. Hüseyin’i ve ehli beytini, o Peygamber yarenlerini,  Kerbela ya götüren saik ne idi. Hz. Hüseyin Yezid gibi bir sultan mı olmak istiyordu? Saltanatı ondan devralıp etrafını zenginleştirmek mi istiyordu? Yoksa Nebi’nin döneminde yaşanılan Asrı Saadeti, Peygamberi adalet yönetimini ihya etmek mi istiyordu? Cahiliyye dönemindekine benzer zulüm dolu, insani ve İslami değerlerin hiç edildiği, insanların yapılan haksızlıklara karşı seslerini çıkaramadıkları itiraz edenlerin hemen kellesinin alındığı, ahlaksızlığın, gasbın, talanın, devlet eliyle icra edildiği gayri meşru, hevaya dayalı, saltanat sistemine kıyam için gidiyordu?

Bizler bugün İslam Alemi diye bilinen dünyaya bir bakalım kimler hangi rolleri üstlenmektedir. Yezid’e benzer anlayış, yaşantı, söylem içerisinde tahakkümlerini Batılıların batıl desteği ile sürdürmektedirler. Ortadoğu’dan Uzak Doğu’ya Asya’dan Afrika’ya bakalım karşımıza nasıl bir manzara çıkacaktır. Hangi ülkede Hüseyni zihniyet iktidardadır. Mısır, Suriye, İran, Irak, Afganistan, Türkiye Libya, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen hangi bir ülkede Allah’ın hükümleri hâkimdir.

Bu ülkelerde halka hükmedenlerin yaşantıları, zihniyetleri, saltanatları, zulümler yasaları Hüseyin’den çok Yezid’e benzemektedir. Onun gibi halkı adam yerine koymamaktadırlar, yoksulu, öksüzü itip kakmaktadırlar, saltanatlarını eleştirenleri acımasızca cezalandırmaktadırlar, darbelerle halkı sindirmekte, kendilerini üstün görüp yönetme işine kendilerini en layık görmektedirler.

Değerli Müslümanlar,

Bugün Suriye’de Mısır’da Irak’da çoluk çocuk, kadın, erkek, yaşlı demeden en modern silahlarla, bombalarla, uçaklarla, kendi halklarını katledenler daha çok kimlerin safında yer almaktadırlar. Suriye’de kafir Esad rejimine karşı direnenleri, Emperyalist Rusya ile beraber, mezhebi ve siyasi saiklerle acımadan katledenler, bombalayanlar sözde mazlumların yanında olduklarını iddia etmekten Hüseyni olmaktan utanmalıdırlar. Bu halleriyle Yezide bile rahmet okutmaktadırlar. Birde zincirlerle ağıt yakarak, mersiyeler okuyarak, Kerbela’ya gönderme yapmak hangi İslama’a hangi vicdana, hangi insani değerlere sığar. Hüseyin’den yana olmak; Onun gibi zülüm kimden gelirse gelsin, vahye kim sırtını dönerse dönsün, mezhebi, meşrebi, ırki görüşleri terk edip hakktan yana olmaktır. İslam adına bizim iktidarımıza biat etmiyorlar gerekçesiyle bize katılmıyorlar diye müslim- gayrimüslim insanları acımasızca katletmek, ancak gözü dönmüş çağdaş Yezid’likle ifade edilebilir. Ya da demokratik laik sistemleri  ülkelere dayatmak, ve bu sistemlerin Kur’an’a ters olmadığını, İslami olduğunu iddia etmek, başka seçenekleri çağdışı bulmak Yezid’den yana tavır almaktır.

Gelin hep birlikte hiçbir ırki mezhebi meşrebi ekollere tabi olmadan Allah’ın Kitabını hakem yapıp, tavırlarımızı O’na arz edelim, Kur’an’ın hakemliğine razı olalım. O’na güvenelim. O’na kulak kesilelim.

“Toptan Allah’ın ipine sarılıp ayrılmayın Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün” (3/103)

“Allah'a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir .(8/ 46 )

"De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabbler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız."  (3/ 64)

Kur’an insanlık alemine Rabbimizin rahmetinin tecellisi olarak inzal olunmuş mübarek bir Kitab’tır. Allah’ın fert ve toplumların başta şirk hastalıkları olmak üzere tüm sorunlarının reçetesi olarak gönderdiği hablullahtır.

Rasulullah’ın irtihalinden günümüze Müslümanların tarihlerinde yaşanan sıkıntıların, tüm olumsuzlukların, toplumsal kargaşa ve kaosların, işgal ve sömürülerin, ahlaksızlık ve doyumsuzlukların, ihtiras ve dünyevileşmelerin, katliam ve zulümlerin, sebebine baktığımızda tüm bunların Kur’an’ın toplumsal hayattan uzaklaştırılmasından, belirleyen değil, belirlenen konuma itilmesinden kaynaklandığını ifade edebiliriz.

Bugün hangi İslam beldesine bakarsak bakalım hepsinde de yukarda ifade etmeye çalıştığım türden sıkıntıları görürüz. Birçok ülke sıcak çatışmalarla inim inim inletilmekte (Irak, Suriye, Afganistan, Libya, Yemen, Filistin gibi) birçokları da kültürel olarak işgal altında batının dayattığı hayat tarzıyla kendini avutmaktadır. Şeytani güçler emperyal kuşatmalarla, oyun ve desiselerle şirin gösterdiği demokratik küfür sistemleriyle toplumları uyutmakta ve oyalamaktadır. İşbirlikçi yerli uşaklarda bu hayat tarzını toplumlarına dayatmaktadırlar. Hem bu aldatıcı ve ayartıcı yaşamdan, hem de sömürü ve kaostan kurtulmanın tek yolu terkedilmiş bıraktığımız Kur’an’ı hayat rehberi ve kılavuzu yapmaktan geçer.

Rabbimiz bizleri, çağın Yezidlerini tanıyıp onlarla Hüseyin’ce mücadele eden, onların zulümlerine direnenlerden eylesin. Amin.                                         

Hayati İsaoğlu
  14.10.2016

 

Bu içerik 2517 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon