Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   CUMA KONFERANSLARI  >  2012
 
Pamak: İran, İslam Cumhuriyeti Olma Niteliğine Uymayan Büyük Zulümden Dönmeli
Tarih: 10/06/2012
   


08. 06. 2012 Cuma Konferansında, Suriyeli İmad Ahmet Tercüman’ın konuşmasından sonra, Suriye’de yaşanan vahşeti ortaya koyan ve göz yaşlarıyla izlenen video gösterimini müteakiben İLKAV Başkanı Mehmet Pamak’ın yaptığı konuşmanın tam metni:

08. 06. 2012 Cuma Konferansında, Suriyeli İmad Ahmet Tercüman’ın konuşmasından sonra, Suriye’de yaşanan vahşeti ortaya koyan ve göz yaşlarıyla izlenen video gösterimini müteakiben İLKAV Başkanı Mehmet Pamak’ın yaptığı konuşmanın tam metni:
 
Pamak : “İran İslam Cumhuriyeti niteliğine geri dönmeli, Allah’ın emri olan ‘Adil Şahid” olma sorumluluğunun gereğini geç de olsa yerine getirmelidir”
 
“Bazıları, Suriye’deki ayaklanmanın, önce Suriye rejimini tasfiye edip İran’ı yalnızlaştırmak amacıyla emperyalist devletler tarafından desteklendiğini, esas hedefin İran olduğunu iddia ediyorlar. Emperyalizmin bölgeye yönelik proje ve planlarını bizler de biliyor ve yıllardır bunlara dikkat çekip, bölge halklarını uyarıyoruz. Peki emperyalizmin bu projelerini bildikleri halde, mazlum Suriye halkına on yıllardır zulmeden ve son bir yıldır da vahşi katliamlara muhatap kılan Baas diktatörlüğü ve bütün zulmüne rağmen 30 yıldır onu destekleyen, son katliamlara rağmen de desteklemeyi ısrarla sürdüren İran yönetimi, emperyalistlerin bölgedeki işbirlikçileri midir? Eğer böyle değillerse, emperyalist müdahaleye yol açacak bahaneleri neden üretiyorlar? Neden halka yapılan zulmü ve katliamı durdurup, halkın kaderi üzerinde söz sahibi olmasının önünü açarak, bu emperyalist müdahalenin bahanesini elinden almıyorlar? Neden dünya kamuoyu önünde, emperyalist müdahaleye çanak tutacak katliamları sürdürüyorlar?
 
İran yönetimleri, İmam Humeyni zamanında var olan görece olumlu ümmetçi çizgiyi daha iyiye götürmek varken, daha kötüye yöneldiler. “Ulusal çıkar” putunu, ümmet olmaya, diğer İslami kesimlerin hukukunu gözetmeye, kardeşlik hukukuyla bütünleşmeye, ümmetin maslahatını öne çıkarmaya tercih ettiler. Ve bu anlayışla ümmetin oluşumuna ve birliğine giden yolları tıkadılar. Keşke bu taassubu aşabilselerdi, keşke ümmeti yeniden inşa etmenin önündeki taassupları kaldırabilselerdi. Bu kadar yaşananlara ve artık onulmaz gibi görünen yaralara ve büyük güvensizliğe rağmen, hâlâ İslami kimlik ve akıdevi Kur’anî ilkeleri belirleyici kılarak, gittikleri bu yanlış yoldan uzaklaşıp, Kur’an ahlakını kuşansalar ve samimiyetle bu istikamette çabalar gösterseler, inşallah Allah da rahmetini ihsan edecek ve inşallah bu yaralar kapanarak, yeniden ve daha güzel kucaklaşmaların önü açılabilecektir.
 
Ama maalesef, İran yönetimleri, Hama katliamı üzerinden yaklaşık 30 yıl geçti ve Suriye’deki amansız zulüm sürdüğü halde, Müslüman kardeşlerinin hukukunu koruyacak, onları biraz olsun nefes aldırarak rahatlatacak tek bir adım atmadılar. Katil kâfir Baas diktatörlüğünü olduğu gibi kabullenip desteklemeyi sürdürdüler. Şimdi de, bugüne kadar yaklaşık 15 bin insanı katlettiği ve son zamanlarda Hama, Humus ve Hula başta olmak üzere, her gün artık yüzün üzerinde masum insanı (çocuk, kadın, yaşlı, hasta ayırmadan) katletmeyi sürdürdüğü halde, hâlâ kâfir katil Baas despotizmine ilkesiz, ölçüsüz ve ahlaki olmayan bir destekte ısrar ediliyor.
 
Halbuki İran yönetimi, Suriye mazlum halkının hukukunu da kendi hukuku gibi kabul eden ümmetçi bir yaklaşım ve kardeşlik duygusuna sahip olsaydı, bu kadar uzun bir süreçte, Suriye yönetimiyle bu kadar içli dışlı bir dostluk kullanılarak, halkın zulümden kurtarılıp daha insanca bir hayata kavuşturulması için bazı adımlar atılabilir ve zamanla despotizm bitirilerek, halkın kaderi üzerinde söz sahibi olmasının ve Müslüman’ca bir hayata geçebilmesinin önü açılabilirdi. Ama bu akıllarına bile gelmedi. Ve bu konuda hiçbir çaba gösterilmedi ve milyonlarca Müslüman büyük acılar çekmeye devam ettiler, İranlı yönetimlerin gözleri önünde.
 
Bütün bu yanlışlıklarına, hatalı ulusçu politikalarına rağmen, hâlâ iyi niyetle İran’ın adındaki İslami kimliğe, İmam Humeyni’nin görece daha ümmetçi çizgisine geri dönmesi, Kur’an’ın emirlerine riayetkâr davranması, vahyi ölçülere dönüş yapması, adil şahid olma sorumluluğunu kuşanması ve bu büyük zulme destekçi olmaktan süratle uzaklaşıp arınma sürecine girmesi için dua ediyoruz. “Bir insanı haksız yere öldürmenin bütün insanlığı katletmek” (Maide 32) kadar büyük bir suç olduğunun, “bir Müslüman’ı kasten öldürenin ise ebedi cehennemlik olduğunun” (Nisa 93) bilincine varıp, bunları yapan kafir bir yönetime açıkça verilen desteğin kendisini de aynı konuma sürükleme tehlikesinden korkup tevbe etmek suretiyle, bölgede hızla tırmanan kardeş kavgası zeminine katkıda bulunmaktan kaçınması için dua ediyoruz.
 
İran, Türkiye ve Bölge Müslümanların Sorumlulukları
 
Bu kadar açık bir zulüm ve emperyalist oyun karşısında, İran, zalim, katil Baas rejiminin safında yer almaktan ve kendisinin de kaybedeceği sonuçlara yol açacak biçimde emperyalist orduların bölgeye gelmesine zemin hazırlamaktan vazgeçmelidir. Türkiye’de NATO’nun ve ABD’nin, Batının katil ordularının Afganistan, ırak ve Libya’da nasıl katliamlara ve yıkımlara yol açtığı gerçeğini unutarak, ikide bir NATO’yu göreve çağırmak aymazlığından, işbirlikçiliğinden utanmalıdır.
 
Batı emperyalizminin tuzağını, oyununu boşa çıkarmak, oldukça geç kalınmış ve bu büyük zulme bulaşılmış olsa da, hâlâ İran ve Türkiye hükümetlerinin elindedir. Yaptıkları yanlıştan dönüp ele ele verip zalim yönetimi başına gelecek büyük felakete karşı uyararak ikna edebilirler ve böylece emperyalist müdahaleye gerek kalmadan sorunu çözecek ortak bir projeyle halkın iradesini serbestçe kullanarak kaderi üzerinde söz sahibi olmasının zeminini hazırlayabilirler. Böylece hem giderek bir mezhep çatışmasına ve bölünmeye kadar gidebilme tehlikesinin baş gösterdiği ortamı da bu barış zemininde yumuşatabilirler, hem de bölgenin zulme uğrayan halklarının zor durumda kalarak batılı emperyalistlerin kucağına düşmesini engelleyerek emperyalist yönlendirmeleri boşa çıkarmış olurlar. Bunu başarmaları halinde, belki de bugüne kadarki haksızlıkları sebebiyle kendilerine karşı duyulan kinin, öfkenin bir nebze de olsa yatışmasına da zemin hazırlamış olurlar.
 
Aksi takdirde, bu ahmakça politikalar, ulusal çıkar ve mezhepçilik putları uğruna yapılan büyük yanlışlar sonucunda, Allah korusun, bölgemiz, mezhep çatışmaları da dahil büyük bir savaşa sürüklenebilecek, büyük kan akıp, herkesin kaybettiği bir ortamda da, el altından buna sebep olmuş emperyalist devletler bölge halklarını kurtarmak gibi kamuflajlar altında bölgeyi işgal edip, İsrail’in de arzu ettiği istikamette bölgeyi yeniden şekillendirip, hegemonya ve sömürülerine yol açacak yeni bölge düzeninin kuracaklardır. İnşallah Allah, bölge ülkelerindeki zalim yönetim kadrolarının bu ahmaklıkları, beyinsizlikleri yüzünden bütün bölge halklarının büyük acılar çekeceği bu kötü senaryonun gerçekleşmesine fırsat vermez. Bunun için hepimizin sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. İtiraz eden, mazlumun hukukunu savunan, zalimleri ve işbirlikçilerini uyarıcı, bölge insanına ve İran ve Türkiye’ye tehlikeyi hatırlatıcı sesimizi yükseltmeli ve yanlış politika sahiplerini uyarmalı, hepimiz, zalimlere karşı mazlum halkların yanında yer almalıyız.
 
Türkiye’de Yandaş medyada Akredite Olan “İslami Kuruluşlar”ın Sorumluluğu
 
Bizler de susarak, adil şahidlik sorumluluğumuzu yerine getirmeyerek, aynı zulmün dolaylı destekçileri konumuna sürüklenmekten kaçınmalı, aksi takdirde bizim de hesap günü zorlanacağımızı unutmamalıyız. Suriye üzerinden bağnaz taraflar haline gelmeden, emperyalizmin işine gelecek cepheler halinde parçalanmadan, bir kavme olan kinimizin bizi adaletsizliğe sürüklemesine fırsat vermeden adil şahidler olmaya çalışmalıyız. Mümkün olduğunca, oluşan tarafları da anlamaya çalışarak, her tarafın doğrularını destekleyip yanlışlarına karşı çıkarak, cepheleşmelere engel olmaya ve yaşanan büyük zulmün sona erdirilmesine katkı sunmaya çalışmalıyız.
 
Özellikle, sistem içi demokratikleşmeye aktif destekçi rol aldıkları için yandaş medyada akredite olan ve bu sebeple yaptıkları çalışmalar haber yapılarak kamu oyu oluşturma imkanına sahip bulunan, kendilerini “İslami Kuruluşlar” olarak tanımlayan çevreler; yazarlarını, aydınlarını, akademisyenlerini, kanaat önderlerini bir araya getirerek, hep birlikte İran ve Türkiye hükümetlerinin kapılarına dayanarak büyük sorumluluklarını ve ağır veballerini hatırlatan ciddi sesler vermelidirler. Bu ateş bölgemizi kuşatmadan, emperyalistler bu sefer de kurtarıcı rolünde bölgemize gelmeden, bu sorumluluk yerine getirilmeli, gerekirse bu heyet Tahran’a medya eşliğinde gidip, bu ağır vebali yüklenmemeleri konusunda İran hükümetini ve Ankara’da da AKP hükümetini İslam dünyası önünde baskı altına almalıdırlar.
Halklar Kaderleri Üzerinde Söz Sahibi Olmalıdır
Biz Müslümanlar, Allah’ın sosyal yasası gereğince toplumların kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmasını, özündekini değiştirmesine paralel olarak Allah’ın takdiriyle yeni durumlara ulaşmasını sağlayacak bu yasanın işleyişinin önünü açık tutacak görece de olsa adalet ve özgürlük vasatına sahip kılınmasını isteriz. Bu bağlamda, despotların, oligarşik zorbaların halkın iradesini baskı altına alarak ipotek koymasına, topluma tepeden ideoloji ve model dayatılmasına karşı çıkarız. İsteriz ki, toplumlar özlerinde var olanı özgür iradeleriyle hangi istikamette değiştirirlerse, onlara layık olacakları o sistemin Allah tarafından takdir edilmesine dair ilahi yasa, hiçbir zorbanın ipoteği, vesayeti ve engeli olmadan işlesin.
Toplumlar, ister zulümatın/karanlıkların koyu tonlu kulvarlarından gri tonlarına doğru değişip buna layık olsunlar, isterse de zulümatın bütününü reddedip Nur’a (aydınlığa) sıçrama yapan köklü bir inkılabı yaşayarak İslami adalet sistemini hak etsinler. Sonuçta da, imtihan dünyasında bu konudaki ilahi yasanın işleyişiyle, lâyık oldukları yönetime, hiçbir zorbanın engellemesi olmadan, özgür iradeleriyle yapacakları tercihle kavuşabilsinler. Bu bakımdan, şedid zulüm ve katliamların sürdüğü süreçlerde, öncelikli sorumluluğumuz, zalime karşı mazlum halkların, imtihan dünyasında tercihlerini özgürce yapacakları adalet vasatına kavuşturulması, zulüm altından kurtarılarak, Allah’ın tüm kullarına lütfettiği temel haklara kavuşturulmalarıdır.
Bizler Mazlum Halk Gayrimüslim, Zalim Kendini İslam’a Nispet Eden Kadrolar da Olsa, Yine de Zalime Karşı Mazlum Halkların Hukukunun Savunucusu Olmakla Mükellefiz
 
Mevcut daha zalim statükonun büyük, derin, şedit ve yaygın zulmü ve daha hoyratça, daha azgınca sömürüsü, işkenceleri, katliamları ve halkın kaynaklarını çalarak geniş kitleleri fakirliğe, açlığa mahkum etmesi açık bir gerçekliktir. Muhalefetin içinde, laik, liberal, sosyalist ve gayrimüslimlerin de olduğu iddia edilerek, desteklediğini muhalefet de liberal demokratik Batı yanlısı bir sistem kuracak denilerek, mazlum halka destek vermemiz sorgulanmaya kalkışılıyor. Bilinmeli ki, biz mazlum kim olursa olsun mazlum halkların hak ve hukukunun savunucusu, zalimin de hasmı konumunda bulunmakla mükellefiz. Bizler adil şahid olmakla görevli Müslümanlar olarak, hiç kimseye zulüm ve katliam yapılmasına razı olmayız. Hatta Suriye yönetici kadroları Müslüman olduklarını söyleseler ve namaz kılsalardı, ama zulme sapıp kafirlere de zulmetselerdi, kendini İslam’a nispet ettiği halde gayrimüslimlere zulmeden bu yöneticilere karşı çıkıp mazlum gayrimüslim halkların hukukunu adaletle savunurduk.
 
Allah herkesin Rabbidir ve herkese adaletle muamele edilmesini emredip, her insanın imtihan dünyasında kendisini özgürce gerçekleştirmesi için lüzumlu adalet vasatını ve temel hakları güvence altına alan hükümler vazetmiştir. Bu sebeple İslam’a göre, Hak’kı temsil edenlerin, hakkın hükmüyle adaletle yönetenlerin, batıl kesimler üzerinde velayet/yönetme hakkı vardır. Ancak batılı temsil edenlerin Müslümanlar üzerinde velayet/yönetme hakkı yoktur. Çünkü Müslümanlar, gayri Müslimlerin de Rabbi olan Allah’ın, onların da hukukunu ve imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmelerine fırsat veren temel haklarını, dini özgürlüklerini güvence altına alan adil hükümleriyle hükmedecek, yöneteceklerdir.
 
Allah, imtihan sebebiyle, “dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin” diyerek, kullarını dünyada serbest bırakmış, yanlış tercihin hesabını ahrette soracağını bildirmiştir. Dünyada ise, inkar eden kullarının da adaletle muamele görmelerini sağlayacak adil hükümler vaz etmiş ve bu adaleti ikame etme sorumluluğunu da mü’min kullarına yüklemiştir. Bu sebeple, mü’minler Allah’ın hükümleriyle yönettikleri zaman, herkese adaletle davranacaklardır. Batıl din ve ideolojilerin müntesipleri yönettikleri zaman ise, heva ve zannın ürünü ve egemen olan grupların çıkarlarını gözetme zaafından hiçbir zaman kurtulamayan ve şirk olması hasebiyle en büyük zulüm olma vasfını taşıyan adaletsiz beşeri yasalarla yöneteceklerdir. Bu sebeple, gayrimüslimler, İslami adalet sisteminde, kendi sistemlerinde bile bulamadıkları sahici bir adalete kavuşacaklardır. İşte bu hakikati de tüm dünya insanlığına iyice anlatmalı ve bu adaleti temsil eden doğru şahidlikler yapmalıyız.
 
Bölgemizde Adil Bir Model Oluşturarak, Fıtri Bir Adalet Arayışıyla Tüm Dünyada Meydanlara Çıkan Mustaz’af Kitlelere, Vahyin Adil Şahidliğini Yapmalıyız
 
Bir yandan, yaşanan bu büyük zulmün sona ermesi için, zalim katil ve kafir Baas rejimine ve benzeri despot rejimlere karşı, bölgenin hak ve adalet için ayaklanan mazlum halklarının yanında yer almaya devam edeceğiz. Diğer yandan, emperyalist tuzak, oyun ve projeleri, planları deşifre ederek bozmaya çalışmak için çaba gösterirken, ayaklanan kardeş halkları ve öncü Müslüman kardeşlerimizi de bu konuda uyarıp, Kur’ani istikameti göstermeye yönelik çabalarımızı sürdüreceğiz. Ayrıca, bütün bölgemiz halklarına ve dünya insanlığına; zulümden, fesaddan kurtuluşun, hak ve adalete kavuşmanın ve izzete ulaşmanın yolu olan Kur’ani inkılaba, tevhidi dönüşüme ve Kur’an nesli projesine dikkat çekmeye ve bu hususta üzerimize düşeni yapmaya devam etmeliyiz.
 
İslam coğrafyasında farklı mezhep ve anlayışları; öncelikle bölgemize egemen olan zulme, despotizme, adaletsizliğe, hukuksuzluğa, ifsada ve emperyalizme karşı güç birliği yaparak mücadele etmeye, kendi aralarında ise, iyi komşuluk ilişkileri ve barış içinde yaşamaya, aralarında adaleti ikame etmeye çağırmalıyız. Zamanla, Kur’an ve sünneti belirleyici kılan bir anlayışla, dinin sabitelerinde ve Kur’ani akıdede kardeşleşmeye doğru adımlar atmalıyız. Bölgenin kendini İslam’a nispet eden farklı kesimlerini, tarihsel süreçte üretilmiş farklı ipleri bırakarak, hep birlikte ve topluca Allah’ın inzal edilmiş ipi olan HABLULLAH’a tutunmaya çağırmalıyız. Öncelikle yüz yıllardır terk edilmiş bıraktığımız Kur’an’a ve Resulün sahih sünnetine dönmeli, çağımızın Kur’an neslinin yetiştirerek, bu neslin öncülüğünde ümmeti ilk Kur’an neslinin örnekliğinde vahiyle yeniden inşa etmeliyiz. Böylece ortak Kur’ani akıdede kardeşleşerek bölgenin ve tüm insanlığın muhtaç olduğu İslami adalet devletini kurmalıyız.
 
Dünya insanlığı büyük bir bunalımdan geçiyor. Mustaz’af büyük kitleler, can havliyle fıtri bir arayışla “başka bir dünya mümkün” sloganıyla meydanlara fırlayıp adalet arayışı içinde zulüm sistemine baş kaldırıyorlar. Ama modern paradigmanın kodlarıyla kuşatılmış sekülerleşmiş zihinleriyle bu yeni âdil dünyayı üretemiyorlar. Çünkü vahiyle bütünleşmeyen fıtrat, tek başına bütüncül ve sahici adaleti üretemez. Onun için bu sorumluluk, vahiyle fıtratı buluşturan Mü’minlere aittir.
 
Dünyanın ekonomik ve siyasi krizlerle sarsıldığı, sosyalizmi ve kapitalizmi, laikliği ve demokrasiyi üretmiş olan modern seküler şirk paradigmasının iflas ettiği, oluşturduğu zulüm ve sömürü bataklığında bunalan dünya insanlığının fıtri bir adalet ve özgürlük arayışıyla meydanları doldurduğu bu süreçte, konjonktürel şartlar ve tarihi gelişmeler, insanlık için tek kurtarıcı mesajı ve bütüncül sahici adaletin ölçüsünü ihtiva eden İslam’ı alternatif olmaya zorluyor. Evet tüm bu küresel gelişmeler adeta İslam’a alan açıyor, Kur’ani inkılabın zeminini hazırlıyor. Adeta tarih, bir yandan İslam’ı alternatif olmaya zorlarken, bir yandan da insanlığın gündemini de İslam’a doğru yönlendiriyor. Yeter ki, hidayet rehberi Kur’an’ın mesajını insanlığa sunmak üzere, Peygamber (s)’in bize şehid/şahid/örnek/model olduğu gibi, bizler de takvamızı kuşanıp, hakkıyla cehd ve gayret göstererek, insanlığa şehid/şahid/model olacak güzel, ilkeli, onurlu ve ahlaklı bir örneklik oluşturabilelim.
 
Eğer bizler ilk neslin yaptığı gibi samimi bir teslimiyetle Kur’an’a topluca sarılarak, ortak akıdede vahdet oluşturarak, Allah’ın dininin yardımcıları ve Hizbullah olma vasfını kazanarak vaat edilen ilahi yardımı üzerimize celbedecek sorumluluklarımızı yerine getirebilirsek, inşallah Allah’ın rahmeti ve yardımı üzerimize yağacak, bu zillet ve mağlubiyet sona erecek ve ilk dönemdeki izzetli günler yine gelecektir. Rabbimiz, bu konuda üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeyi ve mübarek rızasını kazanmayı hepimize nasip etsin. Bizleri mü’min olarak yaşatsın, mü’min olarak öldürsün inşallah.
Bu içerik 3926 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon