Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   PANELLER  >  2008
 
Ramazan Ve Kuran 2008
Tarih: 15/09/2008
   


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nın 2003 yılından bu yana Kur’an ve diriliş ayı olan Ramazan’da sorumluluklarımızı hatırlamak, kardeşlik bilincini pekiştirmek, hayat ve hidayet kitabımızla irtibatımızı yenilemek amacıyla, düzenli olarak gerçekleştirdiği Ramazan ve Kur’an Paneli 14.09.2008 Pazar günü Kocatepe Kültür merkezinde yapıldı.

“Kur’an Toplumunu İnşa Sorumluluğumuz”


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’nın 2003 yılından bu yana Kur’an ve diriliş ayı olan Ramazan’da sorumluluklarımızı hatırlamak, kardeşlik bilincini pekiştirmek, hayat ve hidayet kitabımızla irtibatımızı yenilemek amacıyla, düzenli olarak gerçekleştirdiği Ramazan ve Kur’an Paneli 14.09.2008 Pazar günü Kocatepe Kültür merkezinde yapıldı. Ahmet Kalkan, Ramazan Kayan, Mehmet Pamak ve Hamza Türkmen’in katılımıyla gerçekleşen “Kur’an Toplumunu İnşa Sorumluluğumuz” konulu panel, İLKAV’ı tanıtıcı bir sinevizyon gösterisiyle başladı.


Ramazanla ilgili ayetlerin tilavetinin ardından bir açılış konuşması yapan Şeyho DUMAN Hoca Alak suresinin ilk ayetleri üzerinde durdu ve şunları söyledi: “Hz. Musa ve Hz. İsa’nın müjdesi olan nebi (s.a.v) risalet halkasının sonu olarak, Hira’da başlayan ve 23 yıl süren insanlığı aydınlatacak ilahi mesajı insanlığa ulaştırdı. Daha ilk ayetlerinde içi dolu ve manası çarpıcı olan bu mesaj resulün sorumluluğunun önemini ortaya koyuyordu. İlk inen ayetlerden olan Alak suresinin birinci ayetindeki beş kelime dahi bu icazı ortaya koymakta yeterlidir. Yaratıcı olan ancak rab olduğu, kanun koyucunun sadece o olacağı ve oku emriyle bu mesajın yaygınlaştırılması gerektiğini anlatıyordu bu ayetler. Bize düşen Allah resulünün veda hutbesinde miras bıraktığı sağlam bir kulp olan Kur’an’a ve resulün sünnetine tabi olmaktır. Bu berrak kaynağı anlamak ve yaşamaktır.” dedi.

 

Panelistlerden ilk söz alan Hamza TÜRKMEN asrısaadetteki Kur’an ve ramazan algısı üzerinde durdu. Türkmen konuşmasında “savm” kavramı üzerinde durarak şöyle dedi: “Oruç “savm” tutmak manasında bir kelimedir. Fahşadan, yemeden, içmeden, cinsel ilişkiden korunmak kendini bunlardan uzak tutmaktır. Oruç ilk önceleri Mekke’de aşure orucu olarak biliniyordu. Bu şekliyle önceden beri süre gelen bir arınma biçimi idi. Hicretin ikinci yılının başlarında Bedir savaşından bir buçuk ay önce oruç farz kılınıyor. Müddesir suresindeki her türlü kirlilikten arınmanın emredilmesin bir bölümü olarak ramazan ayında oruç farz kılınıyordu. Aynı zamanda Kur’an’da bu ayda inmişti. Ramazan ayında indirilen Kur’an’ın Hadi ve Furkan özelliği vardı. Bu ayda yatsıdan sonra 4–8 rekât cemaatle namaz kılınıyordu. Peygamber ve ilk nesil ramazan ayında Kur’an-ı tertil üzere okuyorlar, yani onu bekleyerek yavaş yavaş ve anlayarak, manasını düşünerek okuyorlardı. Peygamber ve ashabı inen her vahyi hemen sosyal hayatlarına kolaylıkla geçiriyorlardı. Vahy ve hayat iç içe yaşanıyordu.”

Konuşmasında günümüz Müslümanlarının vahyi algılamaları ve hayata uygulamalarına da değinen Türkmen şöyle devam etti: “Bugün kendisini İslam’a nispet eden 1,5 milyon Müslüman var ve bu insanların yaklaşık olarak %65–80 i oruç tutuyor denilmektedir. Fakat bu insanların tuttukları oruçun onların dönüşümüne bir katkısı yoktur. Hatta esamesi bile okunmamaktadır. Ramazan tamamıyla sulandırılmış durumdadır. Ramazan bir nevi eğlence formuna dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Ramazan geceleri bir şenlik havasında ve hokkabaz semazen çadırlarına dönmüş haldedir. Cami etrafları karnaval alanına dönüştürülmüş bir haldedir. Hıristiyanların İsa’nın doğduğu ayı ibadet ayı olarak kutlarken şenlik ayı haline getirip kutlamaları gibi, ramazanlar da Noele dönüştürmeye çalışıyor. Oysa ki Ramazan Kur’an’la en çok hemhal olmamız gereken bir ay olmalıdır. Bir Kur’an talebesi olan ilk nesile vahiy bu imkânı sağlıyordu. Bizimde bu tavrı fıkhedip yaygınlaştırmamız gerekiyor. Bizim gücümüz Müslüman olmamızdan değil, Kur’an’a sahip olmamızda kaynaklanmaktadır. Müslümanlar olarak bizlerin mutlaka vahyin sosyalleştirilmesi noktasında bir projemiz olmalıdır. Bugün bulunduğumuz noktada projesi olanlar var, atalet içinde bekleyenler var. Bu durumda bizler arınıp şura temelli dayanışmamızı arttırmalıyız ve tavrımızı Kur’an’a göre ayarlamalıyız.”


Konuşmasında Kur’an toplumunun oluşum sürecini ve İlk neslin yapısını anlatan Ramazan KAYAN, Kur’an’ın toplumun değişimindeki mucizevî etkisi üzerinde durdu. Kayan şöyle dedi: “Haramileri sahabe yapan, Kur’andır. Bedevileri medeni yapan Kur’andır. Eşkıyaları evliya yapan Kur’andır. Ölülerden diri çıkarıyor Kur’an ayetleri “ey iman edenler ” diyerek sizi size hayat verecek şeye çağırdığı zaman Allah ve resulüne kulak vermeliyiz. Eğer bir toplumu Kuran’dan soyutlarsanız geriye sadece bir hiç kalır hiçlik kalır. Zulmet zillet ve zulüm kalır. Vahiysiz toplum ölü bir toplumdur bundan dolayı bilgi vahiyden soyutlanırsa zulüm aracı olur. Vahyin akla hâkim kılınmaması azgınlık getirir. Kur’an toplumunu inşa sorumluluğu önemli bir sorumluluktur. Fatiha suresinde “ihtina” dememiz, bizi Kur’an toplumu eyle demektir. Her mümin bu bilinçte olmalıdır. Aslında önemli olan bu dualarımızı eylemlerimizle destekleyip desteklemediğimizdir. Bugün bizlerin düşünce ve talep noktasında bir sıkıntı yok fakat iş pratiğe döküldüğünde sıkıntılar doğuyor. Fiili duruşumuzda problem var.” dedi.

Konuşmasında kuran toplumunu inşa konusunda insani şahsiyetin ve kişiliğinde önemi üzerinde duran Kayan şöyle devam etti: “Öncelikle bizlerin, yani Kur’an toplumunu inşa sorumluluğunun bilincinde olanların kendi kişiliklerini nasıl vahiyle inşa ettiklerine bakmamız lazımdır. Koca bir Yesrib’e bir Musab yeterli olmuştur. Bir yemene bir Muaz yetmiştir. Habeşistan’a Cafer yeterli olmuştur. İnsanlar söylemlere değil örnekliğe bakıyorlar. Kur’an toplumunu inşa iddiasını taşıyan bir insanda netlik ve nitelik ayrıca inandırıcılık olmalıdır. Kişi El-emin olmadan Ümmetül-eminden bahsedemeyiz. Bizler birçokları gibi Kur’an toplumunun mühendisleri olmamalıyız çünkü bu inandırıcı olmaktan uzak boş bir proje olur. Zaten son zamanlarda yeterince proje enflasyonu yaşamaktayız. Bizler bu bilinçle toplumdan önce kendimizi masaya yatırmalıyız. Aslında sıkıntı Kur’an toplumu projesini nasıl idrak edeceğimiz noktasındadır. Bu bizler için gerçekten ibadi ve iradi sorumluluktur Bizlerin kulluk bilinciyle hareket etmek zorunluluğumuz vardır. Yasir ailesi işkence altında iken tek hedefi Allah rızası ve cennet vaadiydi. Başka bir şey düşünmüyorlardı. Onlar bu yolda bedel ödediler ve imtihanı geçtiler. Bizlerde bu davaya sadece kulluğun gereği üzere tabi olduk. Bu meyanda Hz. Nuh ve Hz. Yunus örneklerini iyi okumalı ve beklentilerimizi birinci plana almamalıyız. Kulluğun hareketlere hâkim kılınması noktasında Mekke döneminde dikkat çekilen iki önemli nokta vardır. Birincisi; Hulkin azim(yüce bir Ahlak ) , İkincisi ise; usvetül hasene (üstün bir örneklik ). İşte bu özelliklerin neşet edeceği zemin ise tevhiddir.Kur’an toplumunu oluşturma gayesinde olanların ilk yapacağı şey, Kuran okumaya başladığında ilk yaptığı şey olmalıdır. Bu istiazedir yani düşmandan ayrışmaktır.İkinci olarak besmele gelir yani uyduruk isimlerden Allahın ismi ekseninde bir mücadeleye geçilmesi gerekir. Üçüncü merhale İstiane’ dir. Allah’ın vermiş olduğu rahmet ve ülfetin her an bilincinde olmaktır. Son olarak müminlerin kendi aralarında yaptıkları İstişare gelir ki bu da Kur’an toplumunun inşasında çok önemli bir noktadır.


Ramazan denince ilk akla gelen oruç, infak ve itikâf kavramları üzerinde duran Ahmet KALKAN, oruç ile korunmak, ramazanda itikaf, infak ve bugün için Kuran toplumunun inşası konusunda şöyle dedi: “ Gerçekten kitapsız bir toplumda yaşıyoruz. Kuran hayatımıza yalnızca mukabelelerde girmemelidir Kuranı anlamaya çalışıp dini doğrudan Allah’tan öğrenmenin kaygısını taşımalıyız. Ramazanı Kuran’dan bağımsız düşünemeyiz. Ramazan sadece aç susuz kalma ayı değildir. Oruç zor şartlara sabrederek az tüketmeye yönlendiren bir eğitimdir. İ'tikâf, insana kendini gözlemleyebilme, sorgulayabilme, hesaba çekebilme ve öncelikle kendine ma'rûfu emredip öncelikle kendindeki münkerlere karşı çıkarak nefsini ıslah edebilme yolunun anahtarını kazandırır. i'tikâfın, Allah'ın evi kabul edilen câmilerde yapılması, insana kazandıracağı olumlu açılımlar yönünden değerlendirilmelidir. İnzivâ hayatı ve tümüyle yalnızlık; aslında riskli bir durumdur. Bunalımlara, psikolojik sorunlara sebep olabilir; vesveseye kapılar açabilir. Hadis rivâyetlerinde, mecbûri olmadan yalnız yolculuk tavsiye edilmemiş, yalnız kalanın şeytanla arkadaş olacağı belirtilmiştir. İşte i'tikâfta bu tür riskler bertaraf edilmiştir. Mu'tekif, yalnız değildir; o Allah'la birliktedir, O'nunla baş başadır. O'nun evinde, O'nun misâfiri olarak O'nun ikram ve ihsanlarına muhâtaptır. Manastıra kapanmış veya tüm insanlardan soyutlanarak bin bir gün çilehâneye çekilmiş mistiklerden farklı durumdadır i'tikâftaki mü'min. O, toplumla, cemaatle, insanlarla bağını tümüyle koparmamış, sadece asgarîye indirmiştir. Cemaatten kopmadan ve cemaati ıslah etmek için, cemaatle günde beş kez birlikteliği sürdürerek, onların iyi ve kötü taraflarını değerlendirme fırsatıyla camide Allah'a yönelmiştir. Mistisizm, ferdî inzivâ ile toplumdan tümüyle koparak sadece kendini ıslahı prensip edinirken; mu'tekif topluma daha faydalı olmak, onlara dâvet ve tebliğ ulaştırmak, onların ifsâdına engel olmaya hazırlanmak için kendini ıslah isteği içindedir. Günümüzde Müslümanların hayatını hemen tümüyle kuşatan modern yaşam, kalabalık içinde yalnızlığın, âile içinde bireyselliğin, topluluk içinde bencilliğin öne çıktığı bir yaşam tarzı sunmaktadır. İ'tikâf rûhunda ise yalnızlık içinde toplum; yalnızken bile cemaatle birlikte, onun için planlar söz konusudur. Dünya içinde ama dünyadan/dünyevîlikten uzak ve Allah'a, rûhî özelliklere yakın bir yaşama tarzı vardır i’tikâfta.

Konuşmasında İnfak üzerinde de duran Kalkan şöyle devam etti: “Ramazan aynı zamanda İnfak ayıdır. "İnfak"; malın elden çıkarılması, harcanması ve sarf edilmesi demektir. İnfakın farz, vâcip, mendup kısımları vardır. Zekât ve diğer sadakaları içerdiği gibi, gerekli yerlere ve uygun tarzda Allah için yapılmış her türlü bağış, yardım ve hayırları, kendi ailesine ve yakınlarına yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri de içine alır. İnfak, mecaz yoluyla maldan başkasına da genelleştirilir. İlim öğretme ve benzeri mânevî şeyleri, davranış biçimlerini de kapsar. Genelde infak; mü'minin kendisinde mevcut her nimeti başkalarına yansıtması, başkalarını o nimetlerden yararlandırması demektir. İnfak; paradan, maldan olduğu gibi, ilimden, güzel sözden, güler yüzden de olur. Ayrıca sağlığın, saâdetin, gençliğin de infakı vardır. İnfak, zekât ve sadakayı Müslümanlar kendi kafalarına göre vermemelidirler bu noktada Kurumsal yapılar gözetilmelidir. Bu gibi noktalarda bizler sağlam hedefler belirleyip önceliklerimizi buna göre oluşturmalıyız”

Panelde son konuşmacı olarak söz alan Mehmet PAMAK ise şöyle dedi: “İlk Kur’an neslinin hayatını dikkatle incelediğimizde, aynı Kur’an’ın ve aynı ibadetlerin, bu ilk nesil üzerinde muazzam bir tesir meydana getirdiğini görmekteyiz. Onlar için Kur’an, okumak, anlamak, öğüt almak ve yaşanmak üzere indirilmiş, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak hükümleri ihtiva eden, hak ile batılı ayırma ölçüsünü taşıyan hidayet rehberi bir kitaptı. Onlar için ibadet ise; yaratılışın asıl gayesi, hayatı kuşatan bir kavramdı. Tarihsel süreçte Kur’an’dan ve Resulün güzel örnekliğinden kopulunca ya da Kur’an yanlış okununca, Kur’an’dan ve Resulün güzel örnekliğinden soyutlanmış ibadet kavramı anlam ve eksen kaybına uğradı. Böyle olunca da, zamanla günahlar ve münker, hayatı kuşatır hale geldi ve ibadetlerin içini de boşaltıp, forma indirgedi.

“Doğru bir Kur’an ve ibadet algısına sahip oldukları için, bu algıyla hayatı ibadet kılamaya çalıştıkları için; İlk Kur’an nesli, merhamet, adalet ve akıde bağlarıyla bütünleşerek, bir vücudun uzuvları gibi kaynaşıp yardımlaşarak, bir duvarın tuğlaları misali kenetlenip, Allah yolunda kurşundan kaynatılmış binalar gibi saf tutarak Fatiha suresinde ifade edilen “biz” şuuruna ulaştılar. Bu birliktelikleri ve Allah yolundaki fedakârlıklarıyla, Allah’ın hoşnut olacağı ekin meselindeki örnekliği ve Allah’ın övgüsüne mazhar olan adanmışlığı, kardeşliği oluşturdular. Şura ile karar alıp, emanet ve ahitlerine sadakat göstererek, vahyin şahidliğini yaparak İslami mücadeleyi sürdürdüler. Bir yandan Allah’ın “Kalk ve uyar! Rabbinin büyüklüğünü ve yüceliğini an” emri gereğince, bireysellikten, inzivaya çekilmekten uzaklaşarak, tevhidi daveti yaygınlaştırmak ve vahyin şahidliğini yapmak üzere cahiliye toplumu içine dağıldılar, diğer yandan “Ruczden/bütün pisliklerden kaçın/uzaklaş” emriyle de toplumsal alana çıkıştan kaynaklanacak kirlenmelerden arınma çabasını sürekli kıldılar. İlk Kur’an toplumu “müçtehid toplum” hüviyetini kazanıyordu. İlim ve içtihat çabası ilk nesilde her mü’min için söz konusuydu ve bu sebeple bu ilk nesil ümmeti inşa edici bir rol oynadı ve ardından gelen nesiller için de model, örnek olma hüviyeti kazandı. Tarihsel süreçte kitlelerin Kur’an’dan uzaklaşması ve ilmin, Allah’ın herkese okumayı, anlamayı, akletmeyi, tefekkürü, ilmi emretmesine rağmen, belli az sayıda insanın sorumluluğuna terk edilmesi sonucunda kör taklitçi anlayış cahiliyenin yaygınlaşmasına ve kökleşmesine yol açtı.

“Bugün de, vahyin mesajını ilk Kur’an nesli örneğinde olduğu gibi şahitliğini yaparak ve tavizsiz bir netlikle topluma taşımak zorunluluğumuz vardır. Kur’an terk edilmiş bırakılarak, Kur’an’dan cahiliyeye doğru tersine bir hicret yaşanarak içine düşülen hurafeler bataklığından kurtulmanın yolu, cahiliyeden vahye, şirkten tevhide doğru bir hicreti ilk neslin örnekliğinde yeniden gerçekleştirmekten geçmektedir. İlk neslin yaşadığı zihni/kalbi (imani), ameli ve cemaat planındaki üç hicreti yaşamak ve bu hali, bireysel ve toplumsal hayatı dönüştürecek biçimde, sürekli kılmak gerekmektedir. Kur’an’ın, akıl, iman, şahsiyet ve hayatımızı vahyin belirleyiciliğinde dönüştürüp inkılâba uğratmak fonksiyonunu görebilmesi için, zihinlerimizi, tarihsel birikimin yozlaştırıcı, tahrif edici tortularından, imanımızı da “Ey iman edenler iman edin…” ayeti gereğince her türlü kirden ve şirkten arındırmalı, imana zulüm bulaştırma alışkanlıklarını terk ederek, ilk nesil gibi vahye teslim olmalıyız.”

Konuşmasında Müslüman öbeklerin Vahdet oluşturmasının zorunluluğuna da işaret eden Pamak şöyle devam etti: “Ulusal sınırlarla bölünüp kuşatılmış her ümmet coğrafyasında, tek bir Kur’an nesli öbeği, tek bir ümmet nüvesi oluşmalı ve farklı ülkelerdeki bu nüveler, öbekler dünya çapında bütünleşip vahdeti sağlayarak küresel boyuttaki tek İslam ümmetini oluşturmalıdır. Allah’ın ipi (Hablullah) olan Kur’an’a topluca sarılmak ve parçalanmamak, dağılıp ayrılmamak emri ve insanlığa şahidlik yapacak vasat ümmetin oluşturulması, tevhid ümmetinin tek olmasına dair vahyi ölçüler, uyarılar bu birliği zorunlu kılmaktadır. Zaruretler sebebiyle başlangıçta gerekli olan guruplaşmalar, daha geniş çaplı bütünleşmeye ve ümmetleşmeye doğru gidişin önünü kesmediği ve geçici olduğu sürece anlamlıydı. Ama maalesef böyle olmadı, ümmete giden yolda geçici olması gereken bu gurup ve öbekler, zamanla kalıcılaşmaya ve aralarında aşılmaz duvarlar örmeye başladılar. Kimileri kendi varlıklarını meşrulaştırabilmek, diğer guruplarla ayrı olmalarını anlamlandırabilmek için, Kur’an dışı akıdeler ve akıdevi olmayan farklılıklar üzerine kimlik inşa etmeye yöneldiler. Üretilmiş geleneksel inançları ve tarihsel anlayışları vahiyle denetlemeden sürdürmeyi tercih edenler de vahdetin önünde engel oluşturdular. Büyük zaaflar oluşturan ve akıdevi sorumlulukla da bağdaşmayan bu parçalanmışlıktan ve tevhidi davetin temsilcisi öbekler arasındaki dağınıklıktan kurtulup vahdete doğru yürümek hepimizin üzerinde büyük bir sorumluluktur. Bu birliktelik ve vahdet ise, ancak tarihsel süreçte üretilmiş olanın kuşatmasından kurtulup, indirilmiş olan vahyi ölçülere teslim olarak sağlanabilir. Geleneksel ve modern cahiliyeden arınıp ayrışmadıkça, Batıni yorumları dinleştirmekten, zan alanında gayb haberi ve akıde oluşturmaktan vazgeçip, Kur’an’ın korunmuş metnini belirleyici kılıp topluca vahye sarılmadıkça, böyle bir vahdet mümkün görünmemektedir. Ümmetin yeniden inşasında, bölgesel Kur’an Nesli nüvelerinin oluşumu büyük önem taşımaktadır ve önceliklidir. Her bölge, şehir ve ülkede yaşayan mü’minler, bu hedefin, bu küresel ümmet zincirinin birbirine geçecek halkalarını oluşturmak sorumluluğunu taşımaktadır. Küresel kapitalizme de, en net ve sahih cevab, ancak her bölgede oluşturulacak Kur’an nesli halkalarının birleşmesiyle gerçekleştirilecek Kur’an nesli zincirinin oluşturacağı tevhid ümmeti ile verilebilecektir. Küresel tağuti güçlerin münkeri küreselleştirmesine karşı, maruf olanın küreselleşmesi ve zulme karşı küresel bir adalet arayışıyla küresel bir itirazın gerçekleştirilmesi ve insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak mesajın “vasat ümmet” aracılığıyla tüm dünya insanlığına etkili bir biçimde sunulması, ancak her ülkede oluşacak bu Kur’an nesli öbeklerinin, ümmet nüvelerinin küresel vahdetiyle mümkün olabilecektir.”

Konuşmacıların ikinci bölümde ağırlıklı olarak izleyicilerin sordukları sorularını cevaplandırıldığı ve Ramazan’ında bereketiyle yoğun bir katılımın ve ilginin gözlendiği “Kur’an Toplumunu İnşa Sorumluluğumuz” konulu Ramazan ve Kuran paneli yapılan dua ve temennilerle sona erdi.







Bu içerik 2494 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon