Üye Ol  -  Şifremi Unuttum?
Facebook
 
 
> Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin yıl dönümü...

> Kadir Gecesinin ve Ona Değer Kazandıran Kur’an’ın Kadrini Bilmek...

> Erdoğan’ın, Karşılığı Olmayan Sert Söylemleri Filistin’den Yana, ...

> Ömrümüzden Bir Yıl Daha Azaldı, Gelin Hâlimizi Sorgulayalım!...

> Küresel İfsadın Fıtratı ve Doğal Dengeyi Bozması ile İnsanlığın Y...

   
En Çok Okunanlar

Anasayfa  >   ALTERNATİF EĞİTİM KONFERANSLARI  >  2010
 
İLKAV´da ´Peygamber´in Mekke´deki Siyasi Stratejisi´ Konferansı...
Tarih: 13/12/2010
   


İLKAV konferansları devam ediyor. Karlı havaya rağmen geniş katılımla gerçekleşen bu haftaki konferansın konuşmacısı olan Hüseyin Alan, “Peygamber’in Mekke’deki Siyasi Stratejisi” konulu bir sunum yaptı. Hüseyin Alan bu sunumunda özetle aşağıdaki tespitlerde bulundu

İLKAV konferansları devam ediyor. Karlı havaya rağmen geniş katılımla gerçekleşen bu haftaki konferansın konuşmacısı olan Hüseyin Alan, “Peygamber’in Mekke’deki Siyasi Stratejisi” konulu bir sunum yaptı. Hüseyin Alan bu sunumunda özetle aşağıdaki tespitlerde bulundu:

 

NEDEN MEKKE: Her çağ ve mekanda tüm insanlığı temsil eden “model” bir toplum onlar. İnsanlığın küçük bir örnekliği var orada. Som kitap Kur’an-ı Kerim tüm insanlık adına onları muhatap alıyor . Son elçi oradan seçildi. Kur’an oradan tüm insanlığa sesleniyor. Kıssalar da tüm insanlıktan örnekler sunuyor. Yani Kuran sadece Araplardan bahsetmiyor. Mekke toplumu taşıdığı nitelikler itibariyle bu bakımdan gelecek tüm toplumların da özelliklerini taşıyor. Nitekim diğer peygamber kıssalarından verilen örneklikler de Peygamber hayatında bütün olarak temsil ediliyor.

 

PEYGAMBER SİYASETİ. Siyaset temel olarak yönetim işidir. Devletlerin yaptığı işin adı da siyasettir. Devlet aynı zamanda bir toplumun en üst örgütlenmesinin adıdır. Genel olarak, yöneten yönetilen ilişkisine, sosyal kategoride toplumun sınıflanmasına, kamusal gelirleri toplama ve dağıtma politikasına o karar verir. Adalet, güvenlik, savunma gibi işler için kurumsal ve sistematik yapılandırmaya gider. Tüm bu işleri bir hukuka bağlı olarak, o hukuktan hareketle oluşturduğu kaideler ve kurallarla yürütür. Diğer örgütler de, okul, şirket, dernek gibi, buların işleri, toplum yönetimi anlamında siyaset değildir. Bugünkü demokratik toplumlarda sadece partiler devleti mevcut kurallara göre yönetmek için örgütlenmiş kurumlardır. Bunların işi toplum ve devlet yönetimi anlamında siyasettir.

 

TOPLUM. İnsanlar başından beri küçük ya da büyük ölçekte topluluklar halinde yaşamışlardır. Kabile, şehir cumhuriyet, krallık, imparatorluk tarzında örgütlenerek hep bir devlet ya da siyasi organizasyon halinde yaşamışlardır. Yani belli kurallara göre organize olarak bir sistematiğe dayalı kurumsallaşarak bu işlerini çözmüşlerdir. Bu hal arizi olmayıp, sosyal hayatın, birlikte yaşamanın gerekli kıldığı bir kuraldır.

 

Kuran devlet işlerine, yönetim tarzına, sosyal, siyasi, hukuki, ekonomik hayatı düzenleyen kurallar bütününe din diyor. Melikin dini gibi. Burada temel sorun şu; emretme yetkisi kime aittir, ne ile hükmedecektir? Ve velayet ve vekalet kime verilecektir? Bu sorunu iki cevabı var, ya inzal edilene uyulur yada beşerin tecrübelerinden ürettiklerine uyulur.

 

Peygamber a.s. inzal edilene uyanların şahidi, rehberi ve lideridir. Böyle ise Muhammed a.s. siyasetine, Mekke’deki stratejisine, amacından ve hedefinden hareketle bakabiliriz.

 

Kur’an, toplulukların yani insanların bulundukları halin tablosunu genel olarak şöyle sunuyor.

 

“Karada ve denizde insanların elleriyle kazandıkları nedeniyle her yeri fesad sarmıştır. Bu yüzden onlara işledikleri bazı şeylerin acısını tattıracağız. Belki dönüş yaparlar” (Rum 41) “Ey Adem oğulları içinizden size ayetlerimizi haber veren elçiler geldiğinde kim sakınırsa ve davranışlarını düzeltirse işte onlar için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaktır.” (Araf 35) “Şüphesiz bu kuran en doğru yola iletir.” (İsra 9)

 

 

İlk ayette hem bir müjde hem de bir uyarı vardır. Dünyanın evlatlarının yaptıklarının ve beşeri yönetim tarzının sonuçları budur. Yol haritası da bellidir, son iki ayet de onu özetliyor. Bu ayetler aynı zamanda bir tarih bilinci veriyor ve zihinsel kodlama yapıyor. Şu halde, kokuşmuşlukla fesada baş kaldıran, kendi kendine sorumluluk üstlenen, Furkan’a teslim olup hâdiye uyan ve elçilerin izinden giden, batıl dinlerin zulmünden, İslam’ın nuruna çağıran, kullara kulluktan Allah’a kulluğa yekinenlere ... bir müjde, binlerce yoldan bir yola uyanlara da bir uyarı.

 

Muhammed A.S. risalet görevine başladığında kendi toplumunda iki tür toplulukla yüz yüze geldi.

 

1-Ümmi topluluk: Uzun zamandır kendilerine peygamber gelmemiş, tevhidi öğretiden uzak kalmış, ellerinde kitap olmayan, tevhidin şirk ile karıştırılmış olduğu bir toplum.

2-Kitap ehli: Tevhidi kökten gelen, ellerinde kitap olan, ama ahitlerini bozmuş, kitaplarını ve dini tahrif ederek şirke bulaşmış bir toplum.

 

Kuran bunların ikisini de onaylamıyor ve meşru görmüyor. Bu nedenle son peygamber bu iki topluluğa da karışmayacak, onlarla birlik olmayacak, onları içerden düzeltmek gibi de bir yola girmeyecektir. Onun yerine yapı bozumu denen faaliyete girip, vahye dayalı kendi davetine has, kendini tasdik eden kendine itaat eden özgün, ayrı bir toplu inşa edecektir. Hedefin temelinde bu yatmaktadır.

 

Bu, toplum içinde toplum olmak, değerleri ve ilişkileri ile farklı olmak demektir. Vahye dayalı söylediklerini, davet ettiği tevhidi değerleri temsil eden ve diğerlerini Hakka çağıran bir toplum olmak demektir.. Diğerleri ifrat ve tefrit temsilcisi olduğu için, sapkın, fesat üreten ve yayanlar olduğu için, bu ikisinin ortasında, insanlara hayırlı, emri bil maruf ve şahidlik sorumluluğu taşıyan “vasat ümmet”in inşasıyla, Muhammed A.S. oluşturduğu bir toplumdur. Bir anlamda insanlar arasından seçilmiş bir topluluk.

 

İki uçtaki iki sapkın toplum da Muhammedi davete karşı kendini savunmak için, kendilerini ve inançlarını İbrahim A.S. ‘a nispet etmektedir. Kuran bu ikisinin de iddiasını kesin olarak reddeder. Birincilere “ İbrahim müşriklerden değildi……” derken ikincilere “ İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan’dı O dosdoğru dine yönelmiş tevhid ehli hanif bir Müslüman’dı….” demektedir.

 

Muhammed A.S. ‘ın bu işi nasıl yaptığını anlamaya çalışalım. O vahiyi alma özelliği dışında örneklik ve rehberlik etme konusunda bir insan olarak, taşıdığı niteliklerinden hareketle bizlere örnektir. Bizim de onun bu konumunu bilmemiz gerekmektedir. Kuranı kerim nasıl olsa elimizdedir.

 

“bel kıran ağır bir yükü” taşıyabilen kişilikli, ahlaklı, becerikli, yetenekli güçlü bir şahsiyete sahip olduğunu biliyoruz. Yaşadığı süreç, birikimi, tecrübeleri, uluslar arası gelişmeleri ülkelerin ve kavimlerin eğilimini ve durumunu bilen bir şahsiyettir. Vahye ilk teslim olan da, ona ilk şâhid de kendisidir. Sözün hak olanını söyleyen, her söylediğini temsil eden ahlaki biryapıda, önderlik ve liderlik kabiliyeti olan biridir. Geceleri Kuran okumaları, yaptığı bolca tefekkürü, fesat üreten toplumsal hayata karşı durmak, onu eleştirmek ve yerine hak olanı ikame etmek için yapacağı faaliyetlerde temel dinamiğini oluşturmaktaydı. İlk ayetler zaten işin özünü veriyor gerekli işaretleri alıyordu. Yaratılış, hayatın anlamı, yeni bir hayat tasavvuru, velayet ilişkileri, hayatın sonu ve yeniden dirilişle başlayan ebedi hayata geçiş, işin temeliydi. Gerisi zaten işin detaylarını oluşturacaktı. Bunun için, insanlardan, kendisini tasdik etmelerini ve kendisine itaati isteyecektir.

 

Bugün biz de tevhide şahadet ettiğimizde, onda din olarak vücut bulan her şeye şahitlik etmek ve ondan intikal eden dinin her emir ve nehyinden de sorumlu tutulmak durumdayız. Halifelik olarak bu bilinç ve yetenek hepimizde var. Mesele örneğe uygun gelişimi ve beceriyi geliştirmektir.

 

İlk gelen ayetler, köklü değişimi yönlendirip temin eden, tevhidin içeriğini açıklayan ilkeler ortaya koyar. Allah’ı bilmeye ve sadece O’na kulluk etmeye çağrılara yer verir. Yaratan, yaşatan,öldüren, yeniden dirilten ve din gününün sahibi Allah’ın her şeye kadir ve her şeye hâkim olduğu bilincini kazandırır. Bu mesaj ve davet, yeni bir insan inşası, yeni bir hayat tarzının işaretidir. Dolayısıyla iman eden herkes, verili yaşam biçimini ve siyasi yönetim tarzını değiştirmeye adaydır. Bu nedenle, müşrikler, hayat tarzlarının değişeceğini fark edecekler ve tüm güçleriyle karşı çıkacaklardır. İki taraf için de, her şey açık ve nettir. Dolayısıyla Muhammed A.S. toplumu başka bir yaşam biçimi üretecek, bu da fili bir ayrışmayı getirecektir. Dolayısıyla sosyal çatışma kendiliğinden doğacaktır. Bu ayrışma başlangıçta fiziki değil, zihni, kalbi, ameli ve yapısal planda fiili olarak ayrışmadır.

 

Tevhidi düşünüş biçimi kendine has bir akıl yapısı kuracak, buradan da sistematik düşünmeyi öğretecektir. Tüm mesele buradadır. Ve bu esaslı bir değişimdir.

 

Bu değişim süreci şöyledir.

 

1-Kişi önce kendini, nefislerde olanı ve niyetini değiştirecektir. Bu deruni bir itminandır. Varlık gerekçesi, hayatı ve dünyayı algısı, bilgi kaynağı ve hakikatin tanımının da değişmesidir.

2-Bu kul, toplumu ile kuracağı siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkileri belirli bir hukuki çerçeveye sokacak ve bu durum onun aidiyetini etkileyecektir. Cemaat dediğimiz olay budur. Kendisi gibi olanlar ile birlik olacak, yeni bir toplum oluşturacak ve bir amaç ve hedef doğrultusunda yeni bir aidiyet oluşturacaktır. Onun korunma, beslenme, eğitim ve kültürlenme yeri orasıdır.

3-Taşıdığı sorumluluk gereği, toplumunu hak değerler üzerine değiştirme, dönüştürmesi için bir güce ve otoriteye ihtiyacı olduğunu biliyor artık. Bu önce cemaat tüzel kişiliği olsa da, sonuçta varacağı yer devlettir. Tüm faaliyetleri ve yapılanması bu hedef çerçevesinde dizilecektir. Devleti olmayan bir Müslüman, sokakta her tür etkiye açık bir çıplak bir vücut gibidir. Kamusal alan ve şehir, dönüştürücü özelliğe sahip olduğu için bu hedef önemlidir. Müslüman İslam’ın şehrini kurmadan, İslam’ı tam anlamıyla yaşayamaz. Bu siyasi organizasyona ulaşmanın yolunun ise, tevhidi davet, şahidlik ve eğitimle gerçekleştireceği bir dönüştürme çabasıyla öncelikle bir İslam toplumu inşa etmekten geçtiğini unutmayacaktır.

4-Özdeki İslami toplumsal dönüşüm sonucu devlet aracını elde ederse, bu İslam toplumu kendi şehrini, Medinesini kuracak, Medinede medeniyetinin temellerini atacak, oluşturduğu bu modelin örnekliğinde de tüm dünyaya evrensel uyarı sorumluluğu aşamasına geçecektir. Allah herkesin Allah’ı olduğuna göre, kula kulluktan Allaha kulluğa çağrı aşaması budur.

 

Toplumsal dönüşüme giden yolda, öncelikli olan kişisel dönmüşüme ait iki örnek anlatalım. Siyerlerde geçtiğine göre dışarıdan bir tüccar Mekke’ye gelmiş Abbas bin Abdülmuttalip ile Kabe de oturmaktadır. Derken bir adam geldi ve Kabe’de daha önce görmediği bir tarz da ibadet etti. Abbas’a “Bu kimdir ve ne Yapıyordur” diye sordu. Abbas, “O kardeşim Abdullah’ın oğlu Muhammed’dir. Peygamber olduğunu ve yeni bir din getirdiğini söylüyor. Yaptığı ibadet ise namazdır.” Sonra bir kadın geldi, ona uydu, ardından bir çocuk gelerek onlara uydu. Yabancı dedi ki; “Bu peygamber ne diyor?” Abbas cevap verdi: “Ey Araplar bir kelimeye gelin ki tüm Araplar size boyun eğsin, Kisranın ve Rum’un mülkü ve hazineleri sizin olsun”. Adam içinden keşke ben de bu dine uysam diye geçirdi. Bu söz Mekke döneminde değişik defalar tekrar edilecektir. Peygamber bu sözü ilk söylediğinde henüz birkaç kişidir.

 

Badiyeden bir Arap Mekke’ye geldi. Muhammed diye birinin yeni bir din getirdiğini duymuş ve onu bir mecliste bulmuştur. Nereden geldiğini kim olduğunu sordular. Ve adama din anlatıldı. Görüşme kısa sürdü adamın tepkisi şuydu “vallahi Muhammed senin bu anlattıklarından krallar asla hoşlanmayacaktır.” Vahiy geleli çok olmamıştı. Burada adamın tepkisi önemlidir. Aynı adamı, günümüz dünyasına getirsek, krallar ifadesinin yerine koyacağımız ifadeyi düşünmeliyiz… Demek ki tevhidin açılımı ta baştan bellidir.

 

Bu iki örneği tefekkür etmek, derinlemesine anlamaya çalışmak gerekmektedir. Olaylar, gerçekte, tevhidin içeriğinin ve gereğinin, ta başlarda, birkaç ayet gelmişken bile apaçık bellidir. Daha baştan beri, siyasi bir hedefi de içermektedir. Yapılanma çalışması da bu hedefe göre olacaktır. İşin özü bu… Bu böyle anlaşıldığı için iki taraf arasında kapışma, işin gereği normal olmalıdır.

 

Başa döndüğümüzde, insanlar arasından seçilmiş, özgün nitelikleri olan peygamber toplumunun, hayırlı ümmet olarak tasvir edilenlerin ortak özellikleri hakkında bir iki noktayı şöyle sıralayabiliriz.

 

İlk surelerden Şura süresi 38-39 ayetleri, o toplumun temellerini anlatır.. Orada bahsedilen,

a-Rabblerinin davetine icabet edenler,

b-Namazlarını kendi aralarında topluca kılanlar (o sıralarda, açıktan namaz kılabilen birkaç kişiydi, diğerleri, vadilerde, ıssız yerlerde saklı gizli kılabiliyorlardı)

c-topluluk işlerini, kendi aralarında istişare ile yürütenler

d-Sahip olduklarını kendi aralarında paylaşanlar, (zekatı verirler, ekonomi politik bu)

e-Onlardan birisi haksızlığa uğradıklarında birbirlerine sahip çıkarlar

 

Belli ki bu topluluğun, liderleri var, kuralları var, değerleri ve gelecek tasavvurları aynı. Bu tasvir edilen topluluk, cemaatleşerek kurumlaşmış, henüz toprağı olmayan, ama Allah’ın yakın zamanda kendilerine toprak da vereceği ümmet ve devlet nüvesidir. Devlet bu. Belli ki, onların henüz vakti tamam olmamış, sınanmaları, arınmaları ve bu önemli sorumluluğa hazırlanmaları gerekmektedir. Bu da, Mekke’de geçecek olan bakiye zamandır.

 

Bu topluluk üyelerinin diğer özelliklerinden bir kısmını da şöyle sıralayabiliriz

“Kuranın mesajını ayakta tutanlar”

“Peygamberle birlik olup, ona uyarak şahitlik ve örneklik edenler”

“Kendi yollarında, en çok kitaba tabii olanlar”

“Biz Allah’ınız, ona aidiz, yine ona döneceğiz, diyenler”…

İşte onların nitelikleri bunlar.

 

Ne diyor kuran:

“malını ver”, Zenginlik ve erkek çocuk düşkünü olma”, köle azad et”, emanete ve ahde vefa göster”, “yetim malı yeme, ölçü ve tartıyı doğru tut”, yalancı şahitlik etme, haksız yere başkalarının malını yeme”, “malların üzerinde “hak” sahipleri olanların “alacaklarını” öde… (İnsan 7-10, şuara 88-80, beled 13, meairic 32, isra 34-35…)

 

Başka bir hayat tarzı, başka bir topluluk ve başka bir siyaset bu. Başka türlüsü nasıl olacaktı ki?

 

Bunlar, aynı zamanda “inanan ve itaat edenlerdir”

 

Bu topluluk her tehlikeye açık, hedef durumunda insanlardır. Kavminden asabiyesini, bağını koparanlar, ölüm, köle olma gibi her riski göze alıyorlar, kabile korumasından çıkıyorlardı. Artık onlar yeni bir bağ olan akıde bağı ile başka bir toplumun üyesiydiler.

 

“Karşılıksız vererek mallarını temizliyorlar, günahlarından arınarak kendilerini temizleyecekler”. Tezekki bu, önemli bir zihin kodlaması.

 

Ve tabi ki, Allaha teslim olanlara, Allah’ı dikkate alanlara, zikrinde Allah onlara öğütler verecek, geçmiş kardeşlerinin başlarından geçenleri anlatarak işin doğasını bildirecektir.

 

Ve nihayet “böylece sizi insanlara şahit ve örnek olmak için vasat bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahitlikve örneklik etsin diye” (2/143)

“Ey adem oğulları, içinizden size ayetlerimizi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve davranışlarını düzeltirse, işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.”

 

O zikirde “Allah ve peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadınlara, işlerinde artık başka bir yol seçmek yaraşmaz” (33/36)

 

Bu adamların iki sığınağı, ikisilahı vardır; “ittika ve sabır”. Başka hiçbir şeyleri yok ama ebedi alemi kazanmak, cennete kavuşmak için başka yol da yoktur. Olanlar da bunun açıklamasıdır.

 

Bu açıklamalardan sonra, Mekkede kalan süre, ikinci üç yılda başlayan şiddet, işkence ve şehadet yılları ve Habeşistan hicreti vardır. Daha 5. yılda Müslümanlardan bağımsız hareket edebilen, işi gücü yerinde olanlardan bazıları, düzenini, ülkesini ve hatıralarını geride bırakarak bir maceraya atılacaktır… Habeşistan mültecilerinin iadesi gerçekleşmeyince, Kureyş epey korkacak, Müslümanların orada güçlenmesi tehlikesine karşı burada kalanlara daha şiddetli politika gütmeye başlayacaklardır.

 

7. yılda başlayıp 10. yılda biten boykot o sürenin devamıdır. Bu, o zalimlerin ifadesiyle Muhammedin “leşinin” teslimi, yahut onları koruyanlar dahil tümünün ölüme terk edilmesidir. Nihayet Mekke’de işler tıkanınca, başka bir yurt arama faaliyetleri başlayacak ve nihayet önlerine Medine yolu açılacaktır… Görüldüğü üzere, bu kısa sürede hem iddialar hem de karşı tepkiler çok farklı içerikte seyretmektedir. Bu devlet ve yeni bir toplum tahayyülünün net anlaşılmasının sonucudur. Yapı bozumu ve yeniden inşa faaliyetleri başka türlü de olmadı zaten, bu gün de öyleler...”

 

Bu sunumdan sonra, çok sayıda sorunun cevaplanmasını müteakip konferans sona erdi.







Bu içerik 2759 defa görüntülendi.
 
 
Yorumlar
Yorum Ekleyin
Adınız Soyadınız
e-Posta Adresiniz
Başlık
Yorum
Kalan karakter sayısı : 6000
Güvenlik Kodu
 
 
Copyright © 2013 İLKAV - İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Strazburg Caddesi No:18/4 SIHHIYE/ANKARA
Telefon :  +90 (312) 229 79 76 e-posta:  iletisim@ilkav.org
İLKAV Teknik Komisyon